Frp World Ana Menü
  • Frp World
    » Anasayfa
    » Forum
    » Anketler
    » Akademi
    » Kitap Tanıtımları
    » Haber Arşivi
    » Haber Gönderin
    » Makale Gönderin

  • Üyelere Özel

  • Kişisel
    » Hesabınız
    » Özel Mesajlar
    » Üye Listesi
    » Üye Arama
    » Siteden Çıkış

  • Site Bilgileri
    » Top10
    » Site Hakkında Yorumlarınız
    » İstatistikler
    » Destekleyen Siteler

  • Kullanıcı Menüsü
    Hoşgeldin, Diyar Gezgini
    Üye Adı
    Şifre
    (Kayıt Ol)
    Üyelik:
    Son Üye: AldaTrudel
    Bugün: 11
    Dün: 23
    Toplam: 90340

    Şu An Bağlı:
    Ziyaretçi: 1640
    Üye: 0
    Toplam: 1640

    FrpWorld.Com :: View topic - İstila
    Forum FAQ  |  Search  |  Memberlist  |  Usergroups   |  Register   |  Profile  |  Private Messages  |  Log in

     İstila View next topic
    View previous topic
    Post new topicReply to topic
    Author Message
    bulents
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Feb 12, 2009
    Posts: 14

    PostPosted: Fri Feb 13, 2009 7:59 am Reply with quoteBack to top

    Image

    İnsanoğlu evrende hiçbir zaman yalnız olmadı. Ve bazı ‘seçilmiş insanlar’ Onların varlığından haberdardı…

    “O gün gezegenler özel bir dizilişle sıralandıklarında, insanoğlunun kendi yaratılmadan önce belirlenmiş kaderinin Altın Çağı başlamış oldu. Bu yüce emri alan bizler, dünya üzerinden seçtiğimiz insanların beyinlerini açtık.”

    Sonra bir gün Onlar geldiler ve Türkiye’den tüm dünyaya seslendiler…

    “şimdi alınan emir ise toplu uyanışın başlatılmasıdır.”

    İnsanların çoğu, kendilerinden üstün güçlere sahip konuklarına tâbi oldu. 1400 yıl önceden kendilerine yapılan uyarıya kulak verenler hariç…

    “Gece, karanlık saatlerinden bir saat geçince, kapıları kilitleyin, Onları dışarıda bırakın. Çünkü Onlar o zaman yayılırlar. Allah’ın adını zikredin ve kapılarınızı örtün. Onlar kilitlenmiş kapıyı açamazlar.”

    Elinizden almak istedikleri en değerli şeyinize sahip çıkın: Geleceğinize…
    Back to top View user's profileSend private message
    bulents
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Feb 12, 2009
    Posts: 14

    PostPosted: Fri Feb 13, 2009 8:00 am Reply with quoteBack to top

    1. BÇLÇM

    Hatırlayabildiği son şey, oturduğu koltuktan kalktığıydı Dr. Mehmet’in. Bulanık bir kafayla salonun içinde gezinip duruyordu. Hani dalgınken bir yere gidiyorsunuzdur da geçtiğiniz yerleri fark etmez, ama yine de hedefinize varırsınız ya, öyleydi hali. Ne yapmakta olduğunu düşündü, ama yine bir sis kapladı beynini ve süpürüp gitti düşüncelerini.
    Kendi için boşlukta geçen, bilemediği kadar bir süre sonra sis dağıldı. Yine salonundaydı, fakat şöminesinden uzaklaşır halde, ayaktayken kendine gelmişti bu kez. Terlemiş olduğunu fark etti. Bir de keskin is kokusunu. Sonra düşünmesine bile fırsat kalmadı yine ve bir daha sis…
    Böyle kısa aralıklarla aklı gidip geliyor, her kendine gelişinde de ne olduğunu anlayamadığı bir şeyler yaparken buluyordu kendini. Vücuduna tutunmaya çalışan zihni, sislerde kaybolduktan sonra kendisiyle alay ediliyormuş gibi umutlansın diye yerine konuyor, sonra yeni sisin kucağına bırakılıyordu.
    Son sis, ayağı balkon eşiğine takılıp da sendelediğinde dağıldı. Bahar sabahlarına has tatlı bir esinti hissetti yüzünde. Bir de cıvıldaşan çocuk sesleri vardı kulağına gelen. Sabahın o saatinde, site bahçelerini kestirme yol olarak kullanıp okullarına giderdi birçok çocuk hep. Balkona çıkmıştı. Korkuluğa tutunup balkon parapetinin üzerine tırmandı çevik bir hareketle. Kollarını uzatıp avuç içlerini balkon tavanına yaslayarak tutundu.
    Aşağıdaki çocukların seslerinin birden bire kesilmesi, gülüşmeler yerine atılan çığlıklar yankılandı beyninde.
    Ve o an ne yapmakta olduğunu fark etti.
    Boş gözlerle aşağıya bakar halde birkaç saniye kalakaldı öylece. Korkuyordu. Sonra daha da kötüsü, düşünebileceği en kötü şey geldi başına gözüne çarpan şeyle. Biricik oğlu da aşağıdaydı. Bu saatte burada olmamalıydı, böyle planlamamıştı. “Babaaaaa!” diye bağırdığını duydu. Çaresizlikten içi acıdı, gözlerinden sessizce yaşlar döküldü. Ama kaderinin önüne geçecek gücü yoktu o an.
    Balkon tavanına tutunan ellerini bıraktı sonra. Hafifçe öne eğildi ve kendini boşluğa bıraktı. Beşinci kat balkonundan süzülen bedeni, tüm hızıyla beton zemine çakıldı.
    Ve Dr. Mehmet o an içini söküyorlarmış gibi korkunç bir acı hissetti. Tene yapışan bandın tüyleri söküp alması gibi. Fakat sanki tüm içi… Acıya daha fazla dayanamayıp saldı kendini.
    Saniyeler önce tatlı, dingin ve sıradan bir bahar sabahıyla güne merhaba diyen bahçe, intiharın korkunç görüntüsünden etkilenen insanlarla kısa sürede çıfıt çarşısına dönüvermişti adeta. Onlarca çocuğun, en önemlisi de kendi canı, yavrusunun gözleri önünde oluvermişti her şey!
    Derken o keskin, o tarifsiz, o dayanılmaz acısı bıçak gibi kesildi Dr. Mehmet’in. Sırtüstü yattığı yerde yükselmekte olan sabah güneşini gördü ilkin. Bu güneşi defalarca, hem de ne güzellikler içerisinde, ne romantik anlarda görmüştü ama hiç bu kadar albenili olduğunu hatırlamıyordu. Sağ kalabildiğinden olsa gerek! Nasıl olup da kendini balkondan aşağıya bırakıverdiğini, hayatı hep sevmiş bu adamın niçin canına kıymaya çalıştığını anımsamaya çalıştı ama hatırlayabildiği bir şey yoktu son dakikalarda olanlardan.
    Tam olanı biteni çözmeye çalışırken, en son balkonda duyduğu çığlık seslerini duydu tekrar. Kendine doğru yaklaşan, koşan ayak seslerini bir de.
    Yüzüne çarpan güneş kesiliverdi birden etrafına doluşan insanların gölgelemesiyle. Çevresine toplanan kalabalığın bağırış çağırışı arasında başucunda dikilip kendine bomboş gözlerle bakan oğlunu, Can’ını gördü. Hiç kıpırdamıyor, hatta sanki nefes bile almıyordu. Boş, şaşkın ve ürkek bakan gözlerini yerde yatan babasına dikmiş, ellerini iki yana bezgince salıvermiş, kısa pantolonlu, kabarık ve düz saçlı sevimli bir oğlan. Bu haliyle yürek burkan bir hüzün veriyordu insana.
    Çok korktuğu belliydi oğlunun. Herkes çığlıklar atar, paniklerken o dut yemiş bülbül, çok konuşurdu çünkü normalde, dona kalmış tek kelime etmiyordu. Kendinden çok Can’ın halini düşündü hemen Dr. Mehmet. Doğrulup “Tamam oğlum bir şeyim yok, iyiyim” demek istedi. Ama kalkamadı yerinden.
    Tabi ya! O çakılıştan sonra yaşadığına dua bile etmeliydi. Elbet bir yerlerinde bilmem kaç kemiği kırılacaktı. Bunu düşününce “İnşallah sakat kalmam.” diye geçirdi içinden. En büyük korkularındandı çünkü hayattaki.
    O sırada başında bekleşip yerde yatan adama bakan kalabalığı yaran aklıselim bir adam:
    “Çabuk ambulans çağırın!” diye bağırdı. Nihayet kafası çalışan biri çıkmıştı. Kalabalıktan 1–2 kişi fırladı hemen, sanki ambulans çağırmak için emir beklermiş gibi.
    Dr. Mehmet’in “kahramanı”, ambulansı akıl eden adam, dizlerinin üzerine çökerek yerde yatan adamın göz kapaklarını yokladı önce. Sonra boynundan nabzına baktı. Ve Dr. Mehmet’i donduran o iki kelimeyi söyledi:
    “Nefes almıyor!”
    Başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi oldu Dr. Mehmet’in. “Saçmalama be adam!” diye geçirdi içinden. “Tamam, sakin olun, yaşıyorum.” demek, doğrulmak istedi yattığı yerden bir önceki denemesi gibi, ama ikincisinde de beceremedi. Tekrar konuşmaya çalıştı, fakat sesi çıkmıyordu. İyice panikledi. Hiçbir şey yapamıyor, sesini etrafındakilere duyuramıyor, kıpırdayamıyordu bile. Defalarca bir şey söylemeye çalıştı, ama kumanda edemiyordu ki vücuduna.
    Bir türlü bitmek bilmeyen karabasanlar gibiydi yaşadığı. Daha önce de birkaç kere rüyalarında bu tip durumlarla karşılaşmıştı ve onlar çabucak çözülmüştü. Ya şimdi? Uykuda da değildi ki!
    Sonra aynı “kahramanın” sesi derin, tarif edilemez, büyük acılara saldı doktoru…
    “Çlmüş bu!” dedi.
    Ve Dr. Mehmet o an her şeyi anladı.
    “Haaaaayııııııııııırrrr!” diye olanca sesiyle, gücüyle attığı kuvvetli ve acı çığlığı etrafına toplanan kalabalıktan hiç kimse duymadı. Kendi ve bilemediğimiz 'şey'lerden başka!

    “Her nefis ölümü tadacaktır.” (Enbiya 35)
    Back to top View user's profileSend private message
    bulents
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Feb 12, 2009
    Posts: 14

    PostPosted: Sat Jun 13, 2009 8:33 am Reply with quoteBack to top

    Birkaç yerde ilk iki bölümünü paylaşmıştım. Burada sadece birincisi varmış, belki Frpworld'de de 2. bölümü okuyacaklar vardır. Smile

    2. BÇLÇM

    Aynı günün akşamında genç bir muhabir, söylene söylene basın toplantısının yapılacağı Atatürk Kültür Merkezi’nin Büyük Salon’una girdi. Bu akşamla ilgili çok güzel planları vardı
    sevgilisiyle ama bu iş keyfine limon sıkmıştı. “Lanet olası herif bu akşamı mı buldu?” dedi kendi kendine kısık bir sesle. “Uzun zamandan beri ilk kez akşam dışarı çıkmaya razı etmiştik kızı, şimdi şu geldiğimiz yere bak.”

    Toplantıyla ilgili gazete ilanına da bakıyordu bir yandan. Kısa metinli, tam sayfa bir ilandı bu:

    “ Sevgiyi tüm dünyaya hakim kılma, kavgaları, küskünlükleri sona erdirme, barış ve refah içerisindeki yeni dünya düzenini oluşturma yolunda atılacak dev adımın tanıtımı için, 24 Mayıs Salı akşamı saat 20:00’de tüm kardeşlerimizi ve siz değerli halkımızı Atatürk Kültür Merkezine bekliyoruz.”

    İlanı daha önceden okumamıştı. Okur okumaz ise garip bir orada bulunma, olan bitene ait olma isteği belirdi içinde ama sevgilisini ve kaçırdığı akşamı düşününce sinir bastı yeniden. Kendisine basın toplantısı olduğu söylenmesine rağmen toplantının gazete ilanıyla duyurulması ve herkesin katılımına açık olması da ilginçti ya zaten. Yine ne haltlar karıştırıyordu bu herif!

    “Bu herif” dediği kendisinin de patronu, gazetenin başyazarı, ana haber sunucusu, çok seyredilen tartışma programları yapımcısı, halkın sevgilisi, iyilik timsali vs vs… bu akşama kadar kendisinin de sevdiği, bu akşam ise sık sık sülalesine ‘rahmet’ okuduğu Ahmet Tekçe idi.

    Çstelik elindeki yetkilerini kullanarak bu toplantı için tüm gazeteyi ve televizyonu da ayağa kaldırmış, bu şaşaayı gören diğer tüm basın da toplantıyı izlemeye gelmişti. Amacı da buydu herhalde.

    İlanda basın açıklamasında kendisiyle bulunacak “kardeşlerinin” bazılarını da yazmıştı Ahmet efendi. “Hay sana da kardeşlerine de…”

    Hayri Uzun – Sanayici. ‘Çlkenin belki de en zenginiydi bu adam. Çstelik hayırseverliğiyle de biliniyordu.’
    Hülya Sevim – Sanatçı. ‘Magazin basının bir numarası. Çlkenin en popüler şarkıcılarından biri. Kafası da iyi çalışırdı hani.’
    Prof. Dr. Nimet Tanver – İstanbul Çniversitesi öğretim üyesi. ‘Bilim adamı da var demek işin içinde!’
    Tüm bu isimleri birleştiren, üstelik de basını ayağa kaldırdıkları toplantıda açıklanacak şey neydi ki?

    Bunları düşünerek salona giren muhabirin şaşkınlığı, kafasını gazeteden kaldırınca daha da arttı. Onlarca kamera, foto muhabiri, birçok ünlü gazeteci, sanatçı, politikacı ve daha bir dolu insan vardı salonda. Büyük bir hayır işi olsa gerek dedi kendi kendine ama yine de tüm bu tantanaya anlam veremedi. Hiç kimseden hakkında bilgi alamadığı toplantı konusu da devlet sırrıydı sanki mübarek!

    Konuşmanın yapılacağı sahneye uzunca bir masa ve arkasına da dört sandalye konmuştu. Masanın üzerinde çok sayıda mikrofon vardı. Salonun ön sıraları toplantının başlamasına daha bir saat olmasına rağmen doluydu. Hem de ne doluluk… Baştan aşağı takım elbiseli adamlar, şık bayanlar. Onların aralarında da tanınmış simalar vardı. Hepsi de çok bakımlı, güler yüzlü görünüyorlar, kendi aralarında kısık seslerle sohbet ediyorlardı. Hepsinin de çok heyecanlı oldukları her hallerinden belliydi. Müsamere çocuklarına benzer tuhaf bir halleri vardı.

    Gelen giden ünlülerin çokluğu, basının kalabalık katılımı ortalığın bir gala havasına bürünmesine sebep olmuştu. İlanı merak edip de salona koşan halk bu durumdan gayet hoşnuttu. Eh bu kadar şöhreti bir arada görmek her zaman nasip olmazdı ne de olsa. İşin garip tarafı, bazıları müstesna, başka zamanlarda burnundan kıl aldırmayan birçok ünlü bugün adeta halkla kucaklaşıyor, fotoğraflar çektiriyor, sohbet ediyordu. Gazete ve televizyoncular için de adeta haber bayramı olmuştu ortalık. Röportajlar, kahkahalar gırla gidiyordu. O kadar pozitif bir hava vardı ki salonda, muhabire fazlasıyla tuhaf gelmişti bu. Etrafındaki bu manzarayı seyrederken zaman su gibi akıp geçiyordu.

    Bir süre sonra basına ayrılan kısımdaki yerini aldı. Artık toplantının başlamasına dakikalar kalmıştı. Dönüp salona şöyle bir baktı… 1300 kişilik salon hınca hınç dolmuştu. Herkes mi etkilenmişti yahu o ilanın tuhaf çekiciliğinden. Bir özelliği de yoktu ya, neyse… Bu curcunayı kaçırsaydı üzülürdü gerçekten. Sevgilisine rağmen…

    Bir-iki dakika sonra ilanda isimleri geçen dört kişi de sahneye çıktı. Dördü de seri ve kendilerinden emin hareketlerle, sürekli gülen yüzleri ile kendileri için sahnede ayrılan masanın önüne geldiler. Çn sıralardakilerin heyecanlarından onların da sahneye çıkamayan “kardeşler”den olduğu hissediliyordu. Hepsi ayaktaydı şimdi. Dörtlü ellerini kaldırıp salonu selamladığı anda alkış kıyamet koptu ön sıralardan. Sonra da öndekilerin heyecanın kapılan tüm salondan. Siyasi parti mitingi gibi olmuştu ortalık.

    Sahnedeki dörtlünün üçü, sahip oldukları konumlara, güçlerine, zenginliklerine rağmen sanki aralarında gizli bir hiyerarşi varmış gibi saygılı bir şekilde yol vererek Ahmet Tekçe’yi mikrofonların önünde bulunduğu ortadaki sandalyeye oturttular, kendileri de masadaki yerlerini aldılar. Ve Ahmet Tekçe, geri dönüşü olmayacak birçok olayın startını verecek konuşmasına başladı…

    “Sevgili konuklarımız, değerli basın mensupları ve bizleri yalnız bırakmayan aziz kardeşlerimiz… Çağrımıza kulak verdiniz ve bizlere güvenerek buraya geldiniz. Eksik olmayınız. Dünya tarihinde çok önemli bir yer tutacak, tüm insanlığın geleceğine tutulacak ışığın ilk kıvılcımı olacak bu günde sizleri aramızda görmekten dolayı onur duyuyoruz.

    Sizleri buraya davet ederken küskünlük ve kavgaları bitirmek, sevgiyi tüm dünyaya hâkim kılmak, barış ve refah dolu yeni bir dünya düzeni oluşturmak istediğimizi belirtmiştik. Sizler de hayatınızda tüm bu unsurların eksikliğini hissediyorsunuz ki burada bizlerlesiniz.

    İnsanlarda gün geçtikçe iyi niyet, yardımlaşma, hoşgörü ve bunun gibi sayısız meziyetlerin azalması, hepimizin hayatını gittikçe zorlaştırıyor. Çevremize baktıkça insanların birbirlerine tahammülsüzlüğünü, bencilliğini görmek beni, burada bulunan tüm kardeşlerimi ve eminim ki sizleri de ziyadesiyle üzmektedir.
    Biz insanlara sunulan sayısız nimetler birbirimizi kırmamız, üzmemiz için değildi muhakkak. Hele ki tüm bu nimetleri paylaşmamak, gün geçtikçe zenginleşenin yanında sefalete sürüklenen, bir lokma ekmeğe muhtaç kalan zümrelerin oluşmasına sebep olmak, tüm insanların, benim, sizin, hepimizin ortak kabahati. Sizlerin de sokaklardaki aç, evsiz insanları görmekten hoşnut olmadığınıza eminiz. Sosyal adaleti sağlamak hepimizin ortak görevidir. Tüm bunların yanında bir de ülkeler arası savaşlar, it dövüşlerini andıran hakimiyet çabaları, ırkçılık ve daha birçok problem dünyayı yaşanır olmakta uzaklaştırmakta an be an.
    Velhasıl insanlığı saran ve yine insanın kendinden kaynaklanan birçok problemle karşı karşıyayız.
    Bunlar insana yakışmamaktadır. Bizler böyle yaşamamalıyız. Bizden sonraki nesillere böyle bir dünya bırakmamalıyız. Bunlara bir dur diyebilmeliyiz. Kendi kendimizi şuursuzca yok etmekten vazgeçmeliyiz.
    Peki, bunları nasıl yapacağız? Esas problemimiz bunu bulabilmektir. Çünkü insanoğlu varlığı boyunca saydığım problemleri hep yaşamış ama kalıcı çözümleri bir türlü bulamamış, her dönemde kendi nefsinin esiri olmuştur.
    Bu problemlerin çözümü insanoğlunun öncelikle kendini tanımasındadır. İnsanoğlu nereden geldiğini, nereye doğru gitmekte olduğunu, yaratılış amacını, görevlerini ve geleceğini idrak ettiği zaman doğru yolda yürümeye başlayacaktır.
    İşte bizim bugünkü toplanma amacımız budur. Ben ve kardeşlerim bugün bunun için buradayız. Ben ve kardeşlerim bugün sizler için buradayız. Ben ve kardeşlerim bugün insanlığın tarihi çözümü, kurtuluşu için buradayız.”

    Ahmet Tekçe buraya kadar adeta soluksuz konuşmuştu. Burada bir an durdu. Çnündeki bardaktan bir yudum su içti duraksız konuşmasının kuruttuğu ağzı için. Bu noktada verdiği mola, duyduğu heyecanını tırmandırmış olmalıydı ki yüzü güzü kıpkırmızı kesilmişti. Gerçekten önemli bir şeyler oluyordu galiba. Sıra ile önce solundaki, sonra da sağındaki arkadaşlarına başını hafifçe ve ağır ağır döndürerek baktı. Bu bir onay isteğiydi sanki. Arkadaşları da beklediği onayı, başlarını evet anlamında yavaşça öne eğerek ondan esirgemediler. O da konuşmasına o heyecanlı ses tonuyla devam etti:

    “Evet, çağlar boyu insanoğlunun kendi problemlerini kendisinin çözememesi, kendisine yardım edilmesini zaruri kılmıştır. Ben ve kardeşlerim uzun süredir bunu açıklamak için sabırsızız. Bizim toplumsal yardımlaşma amacı ile kurduğumuz ve yola çıkış düsturunu “Ne olursan ol gel, bin kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel” diyen, insanoğlunu iyiliğe, güzelliğe davet eden manevi büyüğümüz Mevlana’nın felsefesinden alan ‘Kardeşlik Dergâhı’ toplantılarımız başlangıç amacını hayal bile edemeyeceği noktaya getiren bir yardımlaşmaya aracı olmuştur. Evrensel bir yardımlaşmaya…

    Sevgili konuklarımız, iki gün sonra, yani perşembe günü saat tam 21:30’ da insanoğlu hiçbir zaman fark etmediği, fakat her zaman karşılıksız desteğini aldığı kadim dostlarını ağırlayacaktır. İnsanoğlu perşembe akşamı uzaylı kardeşleriyle tanışacaktır.”

    Salonda önce derin bir sessizlik oldu. İnsanlar birbirlerine şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Neler olup bittiğini anlamaya çalışan, doğru duyup duymadıklarını merak eden insanlar, aralarında fısıldaşmaya başladılar. Salonu büyük bir uğultu kaplamıştı. Sahnedeki dörtlü grup şimdi salonu keyifli bir tebessümle ve kendilerinden emin bir tavırla süzüyordu. Derken ön sıralarda oturan ve sözü edilen toplantılara katılan kardeşlerden oldukları belli olan insanların tümü ayağa kalktılar ve ağır ağır başlayan, gittikçe hızlanan bir tempoyla alkış tutmaya başladılar.

    Olan bitenden habersiz, duyduklarıyla ve gördükleriyle şoka uğrayan salondaki insanlar da ayağa kalkmış merakla çevrelerini seyrediyorlardı.

    Ahmet Tekçe yandaşlarının dozu gittikçe artan alkışları arasında konuşmasın son bölümünü ayağa kalkarak yüksek bir sesle, nerdeyse bağırarak tamamladı:

    “Sevgili konuklarımız, insanoğlunun ihtiyacı olan yardım elleri nihayet dünyamıza uzanmıştır. Çünkü bizler ve onlar özümüzde kardeşiz. Bu dönemde medeniyetimizin kötü gidişatını başka medeniyetler, kardeşlerimize ait medeniyetler değiştirecek ve zor günlerimizi beraberce atlatacağız. Bu dönemde dünya insanına bilinmeyen bilgi kapıları açılacaktır. Sizler de sizlere uzanan elleri geri çevirmeyin ve kardeşlerimizi karşılamak için perşembe akşamı Taksim meydanında bizlerle olun!”

    Alkışlar arasındaydı ya son sözleri, Ahmet Tekçe’nin keyfi pek bir yerindeydi. Kardeşleri de ayağa kalkarak gülen gözleriyle salondaki tepkileri izlemeye başladılar. Muzaffer birer kumandan edasındaydı her biri. Salonda oluşan havadan büyük haz duydukları belliydi. Hele ki başkumandanın…

    1,85 boylarında, atletik yapılı, kısa kumral saçlı, gözlerinin altındaki minik çizgileriyle orta yaşlarının olgunluğu yüzüne sinmiş bir adamdı Ahmet Tekçe. Hayranı çok, yakışıklı bir adamdı velhasıl. Bir nevi grup vitriniydi yani. Mavi gözleri parlıyordu şimdi salonu seyrederken. Keyifle seyrediyordu ama hiçbir şey duymadığı da her halinden belliydi. Kim bilir kafasından neler geçiyordu o anda.

    Tabii ki salonda sadece alkış tutanlar yoktu. Kalabalık basın ordusu ilk anda, duydukları şeyin garipliğinden olsa gerek, küçük bir şaşkınlık yaşamış, oldukça da sessiz kalmıştı. Haksız da sayılmazlardı çünkü ön sıralar kınından sıyrılmış kılıç gibi konuşma biter bitmez ayağa kalkmış ve salonun kalan kısmının ne söylendiğini anlamaya çalıştığı anlarda ortalığı ayağa kaldırmıştı. Uzun süredir bu anı bekledikleri belliydi ama ağır bir sırrın açığa kavuşmasıyla fena halde rahatlamış abartılı da bir halleri vardı. Fakat hepsinin birden ayağa kalkarak çılgınca alkışlamasının, ilk anda sanıldığı gibi sadece sevinç gösterisi değil, planlı da bir hareket olduğu hemen anlaşıldı. Davaya hizmet yani. Çünkü ilk şaşkınlıklarını atlatan basın mensupları hararetle sorular sormak için önlere doğru yönelince öndeki kardeşlerin sevinç barikatıyla karşılaşmış, sahneye yaklaşamamışlardı bile.
    “Ahmet Bey söz konusu bilgi sizlere nasıl ulaştı?”
    “Bahsettiğiniz sözde ziyaretçiler daha önce de gizlice gelmişler miydi?”
    “Ne zamandır irtibat halindesiniz Ahmet Bey?”
    Cevapsız kalan meraklı ve birçoğu alaycı sorular birbirini kovalıyordu. Bunun yanında olayın ardında başka bit yeniği arayan ‘kafası çalışanlar’ da vardı:
    “Ahmet Bey bir yardım organizasyonu mu çıkacak arkasından bu işin?”
    “Yeni bir program tanıtımı mı bu Ahmet Bey?”

    Ahmet Tekçe göz ucuyla hemen sahne dibinde biriken kalabalığa ve arkasından sorular sormaya çalışan gazetecilere, görüntü almaya çalışan kameralara baktı. Bu bir basın toplantısı olmasına rağmen şimdilik sadece açıklamasını yapmak istemiş, bir dolu soruyla boğuşmak istememişti. Bu sevinç barikatını planlaması da çok akıllıca bir işti hani. Söyleyeceği son bir şey olmalıydı ki susmalarını ister bir şekilde tek elini havaya kaldırdı. Bir iki saniye sonra salonu bir sessizlik kapladı.

    “Arkadaşlar… Bu ne benim ne de burada bulunan kardeşlerimin işi bir olay değil. Hele ki bir program falan hiç değil. Zaten iki gün daha sabrederseniz siz de olayın ciddiyetini anlayacaksınız. Fakat üzülerek söylüyorum ki sizlere daha fazla açıklama yapma yetkisine sahip değilim. Sorularınıza içtenlikle yanıt vermek, insanlığın geleceği için duyduğum heyecanı ve mutluluğu sadece toplantılarımıza katılan kardeşlerimle değil, hepinizle paylaşmak isterdim ama şimdilik susmam gerekiyor. Çünkü yine şimdilik sadece bu kadarıyla görevliyim. Zaten iki gün sonra olacaklardaki yerimin benim için çok büyük, fakat genelinde de ne kadar küçük olacağını göreceksiniz. Dediğim gibi artık susmam gerekiyor. Tüm sorularınızın cevaplarını ve gerçek cevapları erbaplarından, misafirlerimizden alacaksınız. şimdi susma ve bekleme zamanıdır. Hepinize iyi akşamlar diliyorum!”


    Sahnedeki bu son sözlerin ardından dördü birden hızla geriye dönerek sahne arkasına geçtiler. Kaçar gibi değil de, telaşla hareket ediyorlardı yetişmeleri gerektikleri daha başka işler de varmış gibi. Onların vitrinden çekilmesiyle merakları iyice artan insanlar ve neler olup bittiğine yanıt bulmak, haberlerini derinleştirmek isteyen gazete ve televizyoncular ilgilerini ön sıralara yönelttiler. Tabii hemen dışarı fırlayıp sahnedeki grubu yakalama peşine düşenler hariç. Bir şeyler bildiklerine inandıkları salondaki barikat kardeşliğini konuşturmak, az da olsa bilgi kapmak istiyorlardı; fakat kardeşlerin hiçbirinin çıtı çıkmıyor, hep birlikte salonun çıkışına doğru ilerliyorlardı. Başları dik, yüzlerinde gururlu bir gülümseme ile ve tüm kalabalığa rağmen sanki etraflarında kimse yokmuşçasına gözlerini yollarından ayırmadan. Bütün ısrarlara rağmen ağızlarından tek kelime laf alamadılar. Bu da olayın gizemini iyice artırdı haliyle.

    Salondan fırlayıp beşliyi yakalamaya çalışanlar mı? Havalarını aldılar tabii ki… Her şey gibi binadan ayrılış da planlıydı haliyle.
    şimdilik konuşmak istemiyorlardı.
    Back to top View user's profileSend private message
    Display posts from previous:      
    Post new topicReply to topic


     Jump to:   



    View next topic
    View previous topic
    You cannot post new topics in this forum
    You cannot reply to topics in this forum
    You cannot edit your posts in this forum
    You cannot delete your posts in this forum
    You cannot vote in polls in this forum


    Powered by phpBB © 2001 phpBB Group

    :: HalloweenV2 phpBB Theme Exclusive ::
     
    FRPWorld.Com ülkemizdeki fantezi edebiyatı ve frp sevenleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir web sitesidir. 2003 yılında kurulmuş olan sitemiz kullanıcı ve yöneticilerimizin katkıları ile büyüyüp Türkiyenin en büyük frp sitelerinden birisi olmuştur. Galerisi, indirilecekler kısmı, akademisi, yazarları ile sitemiz tam bir frp hazinesidir. FRPWorld sizin de desteklerinizle böyle olmaya devam edecektir. FRP'nin doyumsuzca yaşandığı bu diyara hoş geldiniz.

    FRPWorld, yeni bir frp dünyası


    Sitede bulunan yazı, doküman ve diğer içerikler siteye ait olup başkaları tarafından kopyalanması, dağıtılması ya da ticari amaçla kullanılması yasaktır.
    Siteye yapmış olduğunuz katkılar frpworld.com'un olup bunları yayınlama ya da yayınlamama hakkı site yöneticilerine aittir.


    Sayfa Üretimi: 0.58 Saniye