Frp World Ana Menü
  • Frp World
    » Anasayfa
    » Forum
    » Anketler
    » Akademi
    » Kitap Tanıtımları
    » Haber Arşivi
    » Haber Gönderin
    » Makale Gönderin

  • Üyelere Özel

  • Kişisel
    » Hesabınız
    » Özel Mesajlar
    » Üye Listesi
    » Üye Arama
    » Siteden Çıkış

  • Site Bilgileri
    » Top10
    » Site Hakkında Yorumlarınız
    » İstatistikler
    » Destekleyen Siteler

  • Kullanıcı Menüsü
    Hoşgeldin, Diyar Gezgini
    Üye Adı
    Şifre
    (Kayıt Ol)
    Üyelik:
    Son Üye: QIUEusebia
    Bugün: 7
    Dün: 35
    Toplam: 90371

    Şu An Bağlı:
    Ziyaretçi: 1977
    Üye: 0
    Toplam: 1977

    FrpWorld.Com :: View topic - Kolcunun rüyası
    Forum FAQ  |  Search  |  Memberlist  |  Usergroups   |  Register   |  Profile  |  Private Messages  |  Log in

     Kolcunun rüyası View next topic
    View previous topic
    Post new topicReply to topic
    Author Message
    silverlance
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jul 13, 2003
    Posts: 11

    PostPosted: Sat Apr 17, 2004 10:42 pm Reply with quoteBack to top

    Her kolcu gibi Gri de kendisine ait bir misyonu yüklenmişti. Ancak bunun üzerinde o kadar uzun zaman geçmişti ki yaşlı kolcu bu misyonun tam olarak ne olduğunu hatırlayamıyordu. Bu ölü kuzey şehrinin sınırlarına yaklaştığında tam olarak kolcu buralara geliş nedeni hakkında kendi kendine konuşuyordu da.
    Çnce uçuşan leşçileri gördüğünden konuşmayı kesti. Hemen ardında da yavaşça eski tüfeğine uzandı. Yaşlı ve kırışıklarla dolu gözleri çevresini tedirginle taradı. Ortalıkta leşçilerden başka hiç bir hareket gömüyordu. Leşçiler ve bira ilerisinde gökyüzüne ağır hareketlerle ilerleyen kesif duman...

    Yaşlı kolcu yıkı dökük binaya girmeden önce yerdeki büyük cesetleri tanımıştı. ÇEvrede pek çok iblis cansız yatıyordu. Kolcu daha dikkatli olması gerektiğini kendisine hatırlatarak eski ve kısa binaya girdi. Burası afetin öncesinden kalma bir marketti. Eski, paslı buz dolabının ardından sızan ışıkla çatı katına tırmanan merdiveni rahatlıkla seçti. Merdivende de bir ceset vardı. Birisinin savunması ( Aslında Gri tam olarak "postunu pahalı satmış" diye düşünmüştü ) oldukça pahalı karşılıklarla yıkılmıştı. Bir iblisi öldürmek kolay değildi. Hele boyu iki metreyi geçtikten sonra... Gri'nin tecrübeli gözleri hemen duvarın yanındaki tuzak büyüsünün tanıdık rününü seçmişti. Bunu yapan bir korurucu olmalıydı. Yaşlı Gri hızlı adımlarla çatıya çıktı. Çatı katı son savunma noktasıydı. Birbirine dolanmış iki cesette oldukça yanmıştı. Yinede kömürleşmiş vuctlardan birinin bir insana diğerinin ise bir iblise ait olduğu belli oluyordu. Yer harcanmış mermilerin kovanlarıyla doluydu. Başını sallayan adam çevresindeki işe yarayan şeyleri toparlamak için bakındı.
    İnsanların kendi kendilerini yok ettikleri yüksek teknoloji savaşları ve hemen ardından gelen aranrşizm ve kaos afeti oluşturmuştu. O zamanlar Gri genç bir adamdı. Sadece hayatta kalmayı hedeflemiş bir adam... Bunu yapabilmesini de her zaman keskin gözlerine borçlu olmuştu. Kısa bir zaman sonra Gri aradığını bulmuştu...

    Her korucu gibi ölen adamda durum ümitsizliğini anlayacak kadar gerçekçi olmalıydı. Bu yüzden eşyalarını başka bir kolcunun onu bulması için burayaya saklamıştı. Bir masanın altına. Gri bir müddet karıştırdıktan sonra korucunun anı kristalini buldu.
    Afetten sonra iyice zıvadan çıkan dünyada oldukça nadir ve zor bulunan bir ziynetti. Yine de yaşlı korucu bunun gibi pek çok şey görmüştü. Kristali ekline aldı ve odaklandı. Kısa sürede zeminin ayaklarının altından kaydığını hissetti...
    Keskin bir düş. Hiç gitmediğim bir şehirde Â?İsimsizler çıkmazıÂ?ndayım. Eski dünyanın yazıları duvarlarda, levhalarda. Camekanları toz ile kaplı dükkanlar sayısız uzun yılın ötesinde bir gece terk edildikleri zamanlardan beri bekliyorlar. Bir zamanlar lavanta kokularıyla müşterilerinin yüzlerini defalarca güldürmüş bir çamaşırhaneye giriyorum. İsminin klasik el yazısı şeklinde yazılmış olduğu levha pas ve kirden okunmayacak durumda. Bende pek okumak istemiyorum aslında. Kirişte biriken toz şehrin terk edilmişliğinin verdiği rehavetle dökülüyor. Yavaşça yağan tozun griliğinin gerisindeki dükkanı elde olmayan bir tedirginlikle tarıyorum. Eskiden kahverengi tonlardaydı herhalde dükkanın tüm rafları ve zemini. Oysa şimdi tozun sessiz işgaliyle sadece koyu griliğe hapis olmuş. Toz her yeri kaplamıyor bazen. Çekmeceler ve defterlerin araları tozsuz. Bir çekmecede üzerime uyabilecek bir mavi ve oldukça kalın bir gömlek buluyorum. Zamanın tüketmediği diğer kumaşların kaderi sargı bezi, tozluk ve diğer ihtiyaçları karşılayacak olmaları. Raflarda tüm o yıkım ve kaos çağını sessiz bir çamaşırhaneden seyrederken sararıp solmuş ve eskiden lacivert bir çarşafın içinden koyu yeşil ve kahverengi iki yaprak süzülüyor yere.
    Â?Defne yapraklarıÂ? diyorum eğilip tozun içine gömülmüş iki kuru yaprağı elime aldığımda. Zaman ikiye ayrılıyor. Kayıp, kayboluyor.
    Dolunayın gümüş ışığı usul usul sallanan çam ağaçlarının arasından sızıyor. Savaştan ve tanrının insanları cezalandırdığı afetten çok zaman önce Gaziemir vadisinin grup grupta olsa orada burada yanıp sönen ışıklarına bakıyoruz. Dostum bana doğru dönüyor. Elinde iki yaprak var Â?Bunlar defneÂ? diyor. Kısa saçlarını altındaki sakin yeşil gözleri gümüşi ışıkla parıldarken Â?Romalılar defnenin onları tanrıların gazabından koruyacağına inanırmış.Â? Gülümsüyor. Â?Ben inanmam. Unutma, biz lanetlileriz.Â? Elinden yaprakları alıyorum. Â?Biri en iyi günün içinÂ? diyor. Â?Diğeri?Â? diye soruyorum. Â?Diğeri en kütü günün için.Â?
    Â?En iyi ve en kötüÂ? diyorum. Sessiz olduğunu düşündüğüm bir şekilde. Sesim çamaşırhanede garip bir şekilde yankılanıyor. Huzurunu bozduğumu düşünerek çamaşırhaneden sessiz burukluğun kucağında ayrılıyorum. Çoktan ölmüş bir dünyanın ara sokaklarında ayak seslerimin yankısıyla yürüyorum. Bir dünyanın inadına yaşıyorum.
    Zamanın keskin yargılarıyla yaşıyorum hala. Yanlış yüzler, yalnız yüzler arasından sıyrılmaya çalışıyorum. İçimdeki çalkantılardan kurtulmak için yavaş yavaş geriye çekilmeye karar veriyorum. Kendi sığınağıma. Belki evime, belki odama. Mutlak huzuru ebediyette bulacağımı bilerek, nafile bir telaşla huzuru arıyorum.
    Birkaç terkedilmiş otobüs durağında ya da benzin istasyonunda ümitsiz çabalarla kurtarıcılarını bekleyen talihsiz ruhlarla karşılaşıyorum. Ruhlarımız birbirine karışıyor. Acemice yapılan maskeleriyle güçlüyüm mesajlarını yayarken etrafa, bir türlü güvenemediklerindir herhalde bir yandan da titrek elleriyle hançerlerini tutuyorlar. Arkamı dönüp uzaklaşıyorum. Her şeyi Â?YenidenÂ? yaşayamayacak kadar yorgunum. Her şeyi anlatamayacak kadar yaşlı.
    Bu dünyanın sağ kalanları tıpkı benim bir zamanlar yaptığım gibi yaşayarak öğrenmek zorunda. Tıpkı senin yaptığın gibi. Tıpkı bizim yaptığımız gibi...
    Bir zamanlar rüyaları, aşkları, partileri bu sokaklarda yapılmış olmalı. Oysa şimdi boş sokaklarda benim gibi son gülüşlerini unutulmuş yıldızların altında hür ölmek isteyen bir korucu, bir gezginin ayak sesleri çınlıyor. Ben bu şehrin son ziyaretçisi oluyorum.

    Zaman benim haricimde durmuş bu şehirde. Yıllar değersiz toz zerrecikleri olup her anıyı örtmüş usulca. Zaman tüm şehri susturmuş. şehrin boş sokaklarından çıkışına ilerliyorum. Bir zamanlar denizin olduğu yere doğru. Beyaz çöl kumları rüzgarla savururken çorak topraklar tıpkı şehir kadar ölü görünüyor. şehrin ara sokaklarından yürüyorum. şehrin arka sokaklarında yürüyorum. Kuru ve sert olsa da engin beyaz Â? gri vadi benim gezginliğimi kabul edercesine ayak seslerimi siliyor. Ait olduğum topraklara, bir zamanların denizine, şimdiki dünyanın hayaletler beldesine geri dönüyorum.
    Vadinin girişinde sükunetiyle bu şehri terk eden her gezginin selamlayan mendireğin hemen yanında eski dünyanın gemileri kumlara gömülü iskeletleriyle biten çağı anlatıyor. Bense bu şehre girmeden önce yaptığım gibi eski yuvarlak camlı gözlüğümü yerleştiriyorum ve eski dünyanın anılarına geri dönüyorum.
    Pişmanlıklarımdan çok uzakta, bir zamanların hayat kaynağı olan denizin içini doldurmuş olduğu vadide yürüyorum. Zaman zaman sert rüzgarların büyük toz fırtınaları yarattığı kumulların üzerinde belirgin olmayan ayak izleri bırakarak yürüyorum. Bir şehri uğurlamayalı haftalar oldu. Ama vadi yeniden yükseliyor. Eski dünyanın şehirlerinden biri daha yakınlarda olmalı. Doğudaki koyuluğa gözüm takılıyor. Fırtına gelecek. Toz filtremi ve atkımı yüzüme yerleştiriyorum. Farkında bile olmadan kapşonumu kapatıyorum.
    Fırtına bana ulaşmadan ben biraz uzağımdaki kayalara ulaşıyorum. Kumullar da fırtınalar ölümcüldür. Engeli olmayan rüzgar (eski dünya ölçüsüyle yüz, yüz elli km) on, onbeş yelken hızla eserken havalanan kum insanın derisini etinden, etini kemiğinden ayırır. Yüzey insanları ve gezginler kolcular gibi bunlara Â?Rhal dehini faeidÂ? der. Tanrının son nefesi. Güneyde, denizin olduğu yerlerde böyle rüzgarlar yokmuş. Belki bir gün oraya giderim. Plan yapmak için oldukça uygunsuz bir durum. Toz tepemden aşarken bir otobüs camının ardından seyredilen fırtınayı hatırlıyorum. Hatırlanacak çok şey var.
    Güneşin doğuşuyla her zamanki kadar hareketsizce uyandım. Fırtına uzaklaşalı uzun zaman geçmiş. Yeniden güneşi soluma alarak yürümeye devam ediyorum. Su tulumumda artık bozulmaya başlamış olan suyum ve tuzlanmış et, sabah kahvaltısı. Ufuktaki gri tonları gördüğümde güneş çoktan omuzlarıma gayet dik açılardan düşüyor. Toprak son fırtınayla daha da sertleşmiş. Çatlak çatlak zeminde artık ayak izlerim de görünmüyor.
    Gecenin ortası. Çoğu yeri eğrilmiş fincanımda bir tutam kahve kokusuyla yıldızların göz kırptıkları gök yüzünün altında oturuyorum. Isıtıcının sarıdan kırmızıya olan alevleri kamp yerini dalga dalga aydınlatıyor. Akşama doğru bulduğum bir geminin iskeletleri arasında bu geceyi geçirmeye karar veriyorum. şimdi ise ısıtıcının alevleriyle geminin kaburgaları geçmişten gelen hayaletlercesine bana bakıyorlar. Â?Acaba ne anlatmak istiyorlar?Â? Â?YalnızsınÂ? diyorlar. Gülümsüyorum, (gülümsemeyeli uzun zaman geçmiş. Gülümsemenin verdiği rahatlamadan çok yüzümün gerildiğini hissediyorum.) Â?Evet, uzun zamandırÂ? diyorum. Tabii bu vadide eski dünyanın çorak topraklarında hayaletler beldesinde gerçekten zaman adlı bir kavram kaldıysa. Bir yerden sonra günler haftalara, haftalar aylara, aylar yıllara karışıyor.
    Gemi çapasını buralara bırakalı öylesine uzun zaman geçmiş ki yanımdan geçerken tüm anılarının varlığını hissediyorum. Mendirek ve deniz feneri şehir gibi yeni gezgini bekliyor. Beni bekliyor.
    Bir zamanlar bu şehrin martıları vardı. Deniz kıyısında balıkçı kayıkları vardı. Bir zamanlar bu şehrin bir hayatı vardı. Bir zamanlar hayatımız bu şehirde geçerdi. Aşklarımız, sevinçlerimiz, hüzünlerimiz ve hazanlarımız. Sonbaharlarını severdik bu şehrin. şimdi bir zamanlar aşık olduğumuz bu şehre yeniden geliyorum. Belki de seni bulabilmek için. Terk edilmiş limanların mahsunluğu vardı dalgakıranın sükunetini koruyan mağrurluğunda. Deniz olmasa da görevini yapmaya hazırdı. Gölgelere karışmadan şehir bir zamanlar Â?TersaneÂ? diye anılan yere girdim. Eski dünyanın surları hala ayakta. Çnümde serili asfalt ise çöl bitkilerince çatlayalı çok olmuş. Küçük tekneler büyük afetin olduğu zamanlar sahipleriyle çoktan terk etmişler buraları. Tıpkı martılar gibi (Gerçi güneyden gelen gezginler oralarda hala martıların olduğunu söylüyor. Belki bir gün martıları yeniden görürüm). Büyük ve metal olanlar içinse bu kader yalnızca birkaç mevsim sonraya kalacak ve en sonunda gece konağım gibi tarih öncesi bir hayvanın kaburga kemikleriycesine gövdesini aç kumullara teslim edecek. Onlar kaderlerini uzun zaman önce kabul etmişler. Benim gibi; uzun zaman önce kendini tüketmiş bir dünyanın son gezginiyim. Yalnızca bir sonraki şehri görmek için hayattayım. Ait olmadığım bir yaşam beni kabullenmekten vazgeçtiğinde bitecek bu dünyadaki varlığım.
    Bir kısmı yıkılmış, rüzgarla yıpranmış binalar sessizce durmamak için sadece belki de rüzgarla düzenli olarak uğulduyor. Tüm binaların camları kırılalı çok uzun zaman olmuş. Bir kısmı terk edilmeye dayanamamış. Kendilerini şehrin sokaklarına bırakmış. Kaos ve afetin izleri okuyanlar için hala duruyor. Evlere, elektrik direklerine çarpmış, yol ortasında öylece durmuş veya ters çevrilmiş arabalar yolları kapatıyor. Park yerindekilere (-ki sahipleri onlara ulaşamamış ne yazık) tek tek bakıyorum. Belki bu akşam şanslıyımdır. Biraz benzin ya da motorin çok işime yarardı. İki arabadan bir şişe benzin çıkartıyorum. Dediğim gibi, bu akşam şanslıyım. Bu akşam kalacak bir yer bulmalıyım. şehirlerde eski dünyanın iblisleri geceleri çıkar. Eski dünya şehirleri güvenli değildir. Bir zamanlar vaktimizi, ömrümüzü, hayallerimizi paylaştığımız kahvenin yanından geçiyorum. Biz gençken üstünü yeşil, geniş yapraklarıyla kaplayan çınar ağaçları. Çınarlar için bile çok kurak bir dünya.
    Asfaltları çatlamış, çevresindeki evlerin yıkıldığı sokakların ortasından yürüyerek şehir merkezine ilerliyorum. Hava kararıyor. saklanmalıyım. meydanda ümitsiz bir savunmanın izleri var bu çağın sonunda bile. Sığınak olarak kullanılmış çöp tenekeleri, otobüsler, arabalar, kütüler bu ümitsiz savaşı ve sonunu anlatıyor adliye binasının karşısında. Bu bina son savunma noktasıymış. şimdiyse çatısı siyahlaşmış pencereleriyle bir mezar taşı gibi öylece duruyor.
    İlerliyorum. Eski bir alışkanlık olsa gerek biraz da tedirginlikle av tüfeğini çıkarıp kuruyorum. Tanıdık metal şakırdama rüzgarın uğuldamasıyla kayboluyor hemen. Uzun zamana rağmen etraftaki kovanlar tozun ve kumun arasından rahatça seçiliyor. Eğilip kırk kalibre kovanlardan birini alıyorum. Rengi solmuş. Artık ölümcül barut kokusunu taşımıyor. Yakın mesafeden açılan ateş karşıdaki binaları kevgire çevirmiş. Birkaç kemik ve pençe parçası buluyorum. Bu boydaki bir pençe ancak büyük boylu bir iblisin olabilir. En az üç yada üç buçuk metre olabilir. Tedirginlikle çevreyi yeniden kontrol ediyorum. Geldiğim yönde birkaç iz buluyorum.
    Hala buradalar.
    Eski mezar taşını rahatça görebildiğim yakınlardaki en yüksek binaya yerleşiyorum. Bir zamanlar alt katı bir lokantaydı. Belki sabahleyin lokantaya bakarım. Açık kolonilerde yada mahzenlerde yaşayanlara satacak bir şeyler çıkar belki de. Binanın çoğu merdiveni yıkılmış, çıkarken (Kısmen de tırmanıyorum) zorlanıyorum. Ççüncü kata çıkabilmek için tek yol var. En uygun yer olduğu için orayı tuzaklıyorum. Artık kimse beni uyandırmadan orayı tırmanamaz.
    Çatı yıkılalı çok olmuş. Rüzgar almayacak bir duvar kuytusuna eşyalarımı yerleştirip ısıtıcımı kuruyorum. Yıldızların beni unutup ta kendi eğlencelerine tüm ışıltılarıyla baktıkları bir gece. Biraz tuzlanmış et, biraz peynir, biraz da su. Karanlığın içinde dolaşırken şehrin avcılarını, onları hayal meyal duyuyorum. Kuzeyde bulduğum birkaç deftere bakıyorum. Günlüğüme birkaç düş birkaç hayal yazıyorum. Haritalarımı düzeltip gördüğüm yaratıkları not ediyorum. Zaman beni değiştirmesin diye her şeyi yapıyorum. Bu saat boyunca elli bir kağıtla fal açıyorum. Fallar hep aynı. Yolum uzun, yolum zor. Fala bakmayı bu şehirde öğrenmiştim. Bu şehirde öğrendiğim birçok şeyle birlikte fala bakmayı da öğrenmiştim.
    Güneş tüm yakıcılığı ile dövüyor ölü şehrin duvarlarını. Bir zamanlar tüm yolcuların bir beklentiyle yol aldıkları otogara yaklaşıyorum. Girişindeki avcı dükkanı yağmalanmış. İçeriye bakıyorum. Raflar genellikle boş. Açtığım bir dolap kapağı elimde kalıyor. Beni geren bir gürültüyle yere düşüyor. Dikkatsizliğime küfrediyorum. Sonra şaşırıyorum, dolabın içinde bir paket sigara ve bir pusla duruyor. İkisini de tedirgince alıyorum. Burada olmaları normal değil sanki. Evet, evet normal değil. Diğer çekmecelere bakıyorum. Koli ve kutuların ardında kalmış ve kırıkça bir dolapta yarım kiloluk barut kutusu beni bekliyor. Bu gün de çok şanslıyım. Vakit öğlene yaklaştıkça bu şehirden ayrılmam gerektiği hissi git gide artıyor. Buradan ayrılamıyorum. Bir iç çekişiyle uzanıp giden caddeye bakıyorum. Belki de kalmalıyım bir gece daha... Hem anıları da yad ederim... Sonra elimdeki puslaya bakıyorum. Anılar zihnimi işgal ediyor.
    Â?Pusla mantığını temsil etsin. Ne zaman duyguların kararlarını etkilerseÂ? diyor buradan güney batıda, uzaktaki bir şehirden tanıdık bir yüz.
    Mantıklı olmalıyım.
    Bu şehirden ayrılma vaktim çoktan geldi. Senden ayrılmak kadar zor. Fakat kaderimi izlemek... Bu benim kaderim ve yolum.
    Koyu gri dağlar önümde heybetli ve ırak bir duvarı anlatırken yoluma koyuluyorum. şehrin içinden gelen huzursuz çığlıklar büyük iblislerin hayal kırıklıklarını yansıtıyor. Diğerlerinden farklı olarak onlar. Gün ışığında da avlanıyorlar. Puslam güneyi gösterirken her ihtimali gözden geçirip tüfeğimi çıkarıyorum. Sen de biliyorsun, aslında ihtimallerle bir alakası yok. Kokumu çoktan aldılar.
    Çığlıkları farklı farklı yerden geliyor. Beş iblis... Çok fazla, çok umutsuz. Silahın kuruluşuyla metalik çınlama boş dükkanlardan ve binalardan yankılanıyor. Hızlanıyorum. Etrafı açık bir bina bulmalıyım. Çığlıkları bir ev borazanı gibi yankılanıyor. Â?Haberleşiyorlar!Â? diye düşünüyorum. Bu fikir beni büyük iblislerin varlığından daha da çok korkutuyor.
    Eski bir bakkal olmalı. Yukarıya, terasa çıkan tek merdiven var. Kuzeyli şamanların öğrettiği büyülerden birini okuyarak merdivene mühürlerini hançerimle kazıyorum. Kaybolan bir dilin yitik heceleri örümcek ağı gibi dolanıyor odada. Rün belli belirsiz soluk bir mavi ışıltı ile parıldıyor. Dört beş basamak daha yukarı tırmanıp tuzağımı kuruyorum. Patlayıcı ve tel çok belirgin. Fakat gizleyecek vaktim yok. Son savaşın yarattığı iblislerin sesleri yaklaşıyor. Onları daha önce de görmüştüm. Kışın kıtlığı ile kuzey doğudaki bir kaleye saldırmışlardı. Â?Burada yaşadıklarına göre en az üç metre olmalılar...Â? diye mırıldanıyorum.

    Çst kata çıkıyorum. Beş metreye sekiz metrelik bir çatı. İblisler sıçrayamayacak kadar hantaldırlar. Umarım tırmanamazlar da... Çantamı yere seriyorum. Bezleri benzin şişelerine sıkıştırıyorum. Bir tomar bezin üzerine biraz benzin döküyorum. ...magnezyum nerede?... Ah evet hançerim kıvılcımla alevleniyor.
    Çığlıklar... geliyorlar.
    Sakinleşiyorum. Pardesümü çıkarıyorum. Elim cebimde farkında bile olmadan pusla ile oynuyorum. Yolun aşağıya inen dönemecinde görünüyorlar. Çç taneler. Biri durarak havayı koklarcasına başını kaldırıyor. Neredeyse üç buçuk metre olmalı. Durduğu yerden çığlık atıyor. Diğerlerine yerini anlatıyor. Diğerleri nerede? Ah... evet. Doğudan üç silüet daha görünüyor.
    Gülümsüyorum... Altı iblis, çok fazla.
    Defne yaprakları, pusla ve günlüğümü heybeden ve cebimden çıkarıyorum. Çantama koyuyorum. Benden sonraki bir gezgin onu bulabilir. Bulmalı... Belki de o sen olmalısın. Çantayı masanın altına atıyorum. Denizin artık olmadığı bir dünyada denize ait son duamı mırıldanıyorum. Nişancı silahımla seri ateşe başlıyorum. Son iki şarjörüm de boşalıncaya dek.
    Çlümü kolay olmayacak. Diğer iblisler onu benden sonra parçalayacaklar... nişancı tüfeğimin dürbününü kapatıyorum. Mermilerim bitti. Beş iblis kaldı. Av tüfeğim için daha yaklaşmalılar. Doldurmak kolay olsun diye diğer fişekleri duvara diziyorum. On üç... On dört... On beş... On beş ağır fişek. Diğerleriyle ancak kuş ya da fare vurursun. Kalanların heybesini merdivene atıyorum. Sırf şenlik olsun...
    Pompalı tüfeğin gürlemeleri şehirde yankılanıyor olmalı. Diğerleri silahı doldurmuşken dumanların ardından geliyorlar. Hantallıkları bana zaman veriyor. Bir... İki... Çç... Beş... Altı... Yedi... Yeniden ateşe başlıyorum. Son kalan dörtlüye cehennem kapılarına geldiklerini anlatıyor tüfeğim...
    Son fişeği de sürüyorum. Dükkana girdiler, aşağıdan seslerini duyuyorum. Ççü de tam öfkeleri ile geliyorlar. Büyümün yayılmasıyla tüm bedenim soğuyor. İblis alışık olmadığı bir acıyla çığlık atıyor. Ardından tuzağın patlayışıyla çatı kapağı üzerimden geriye boş araziye doğru uçuyor. Patlayan fişeklerle çığlıklar birbirine karışıyor. Kumaşın üzerindeki mavi alevlere tuttuğum şişelerin fitilleri tutuşuyor. Hala boğum boğum dumanın çıktığı merdivenlere molotof kokteylini atıyorum. Yanarak üç buçuk metrelik iblisler geliyor. Tüfek ardı ardına patlıyor ama aldırmıyor...
    Güneyde deniz varmış, belki okyanus ve martılar. Martıları görmeyi öylesine isterdim ki...
    Ve okyanusu...
    Ve denizi....
    Ve seni...

    Kolcunun Rüyası

    _________________
    hergün dönüp dolaÅ?ıp aynı çıkmazda bulmak kendini... kimseye anlatamamak. AnlaÅ?ılmayacaÄ?ını bilerek susmak ve uzaklaÅ?mak. Uzaktan tüm bir dünyanın kendi azametiyle akıÅ?ını izlemek ve bu akıÅ?ta ne kadar da küçük kaldıÄ?ını anla
    Back to top View user's profileSend private message
    Display posts from previous:      
    Post new topicReply to topic


     Jump to:   



    View next topic
    View previous topic
    You cannot post new topics in this forum
    You cannot reply to topics in this forum
    You cannot edit your posts in this forum
    You cannot delete your posts in this forum
    You cannot vote in polls in this forum


    Powered by phpBB © 2001 phpBB Group

    :: HalloweenV2 phpBB Theme Exclusive ::
     
    FRPWorld.Com ülkemizdeki fantezi edebiyatı ve frp sevenleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir web sitesidir. 2003 yılında kurulmuş olan sitemiz kullanıcı ve yöneticilerimizin katkıları ile büyüyüp Türkiyenin en büyük frp sitelerinden birisi olmuştur. Galerisi, indirilecekler kısmı, akademisi, yazarları ile sitemiz tam bir frp hazinesidir. FRPWorld sizin de desteklerinizle böyle olmaya devam edecektir. FRP'nin doyumsuzca yaşandığı bu diyara hoş geldiniz.

    FRPWorld, yeni bir frp dünyası


    Sitede bulunan yazı, doküman ve diğer içerikler siteye ait olup başkaları tarafından kopyalanması, dağıtılması ya da ticari amaçla kullanılması yasaktır.
    Siteye yapmış olduğunuz katkılar frpworld.com'un olup bunları yayınlama ya da yayınlamama hakkı site yöneticilerine aittir.


    Sayfa Üretimi: 0.51 Saniye