Frp World Ana Menü
  • Frp World
    » Anasayfa
    » Forum
    » Anketler
    » Akademi
    » Kitap Tanıtımları
    » Haber Arşivi
    » Haber Gönderin
    » Makale Gönderin

  • Üyelere Özel

  • Kişisel
    » Hesabınız
    » Özel Mesajlar
    » Üye Listesi
    » Üye Arama
    » Siteden Çıkış

  • Site Bilgileri
    » Top10
    » Site Hakkında Yorumlarınız
    » İstatistikler
    » Destekleyen Siteler

  • Kullanıcı Menüsü
    Hoşgeldin, Diyar Gezgini
    Üye Adı
    Şifre
    (Kayıt Ol)
    Üyelik:
    Son Üye: SharonMass
    Bugün: 21
    Dün: 23
    Toplam: 90350

    Şu An Bağlı:
    Ziyaretçi: 1787
    Üye: 0
    Toplam: 1787

    FrpWorld.Com :: View topic - Yolculuk
    Forum FAQ  |  Search  |  Memberlist  |  Usergroups   |  Register   |  Profile  |  Private Messages  |  Log in

     Yolculuk View next topic
    View previous topic
    Post new topicReply to topic
    Author Message
    Alenthas
    Forum Yöneticisi





    Joined: Oct 04, 2007
    Posts: 2670
    Location: Innsmouth

    PostPosted: Sat Aug 01, 2009 11:04 pm Reply with quoteBack to top

    Kulübe


    şehrin yanındaki ormanın kuzey ucundadır bu kulübe. Hâlâ sağlamdı ama eskimişti artık. Karanlık, korkutucu bir yapısı vardı. Çocuklara bu kulübe hakkında korkunç hikâyeler anlatılır, eğer uslu olmazlarsa ve geceleyin dışarıda dolaşırlarsa orda yaşayan cadının onları yiyeceğini anlatırlardı.

    Biliyorum, çünkü bir zamanlar bana da anlatmışlardı. şimdi buraya geldim, çünkü kaderimin burada yattığını biliyorum. Nasıl veya neden diye sormayın, sadece bana güvenin yeter…

    Kulübeyi ilk gördüğümde bir ürperti yükseldi sırtımdan saçlarıma kadar. İlkbaharın ortasında üşümüştüm birden. Etraf ne kadar aydınlık olursa olsun, ne kadar renk olursa olsun sanki gri ve karanlıktı kulübe. Ne iklimden ne zamandan, ne de başka bir dış etkiden etkileniyor gibiydi. Sanki kulübe oradaydı ama aynı zamanda değildi…

    Kulübenin dış cephesi gri taştandı. Birkaç dal sarmaşık birleşerek çatısını kaplamıştı bu ürkütücü yerin. Ama zaman geçtikçe kocasını kaybetmiş bir dul gibi solmuşlardı.

    Derin bir nefes aldım ve emin adımlarla kulübeye doğru yaklaştım. Her adımımın ardından gelen adım biraz daha kısa, yavaş ve isteksiz oluyordu. Ama sonunda kapıya varmıştım.

    Elimi kapıya vurmak için kaldırdım. Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Ne diyeceğimi, neler olacağını düşünürken elim indi. İçeriden gelen zayıf ve kart bir ses “İçeri gel.” dediğinde neredeyse yerimden fırlayacaktım. Kaçmayı düşündüm bir an, hâlâ bir şansım vardı kaçmak için. O an aklıma benim orada olduğumu nerden bildiği gelmemişti bile. Birkaç saniye arkamı dönüp koşmak ve içeri girmek arasında gelip giderken artık bunun için çok geç olduğu düşüncesi kafama yerleşti ve yavaşça kapıya uzandım. Kapıyı ittim fakat kapı yerde sürtündüğü için için fazla ilerlemedi. Bu sefer kapının kulpuna uzandım ve kapıyı kaldırıp öyle açıverdim.

    Karanlıktı. Sadece tek bir gaz lambası yanıyordu kulübede. İçeri girdiğimde yaşlı kadın yatağında oturuyordu. Sonra yavaşça kalktı. Yatağının yanındaki küçük sehpadan gaz lambasını alıp önümden geçti ve sol tarafımda kalan masasına oturdu.

    Oda hakkında söylenecek pek bir şey yoktu aslında. Çok küçük ve boştu. Masanın yan tarafında küçük bir kütüphane, tam odanın ortasında küçük bir şömineden başka bir şey yoktu. Ama odaya girer girmez ilk fark ettiğim şey kokusuydu. Tahta ve…eski kokuyordu.

    Eliyle önündeki sandalyeyi işaret edip oturmamı söyledi, lafını tekrarlatmadım.
    “Uzun zamandır misafirim olmamıştı.” dedi. Sanki her kelime onu ölüme daha yaklaştırıyor gibiydi. “Cevaplara ihtiyacın var.”
    “Hepimizin yok mu?”
    “Doğru. Ama senin soruların düşünerek çözülebilecek türden değil. Haksız mıyım?”
    Haklıydı. Cevap vermedim, nedense içimden bir ses zaten cevabı bildiğini söylüyordu.
    Hafifçe tebessüm etti. “Kafan karışık, ne yapacağını bilmiyorsun ama zaman daralıyor. Artık harekete geçmenin zamanı geldi.”
    “Evet, ama ne yapmalıyım?”
    “Her şey zamanla çocuğum, her şey zamanla.”

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Alenthas
    Forum Yöneticisi





    Joined: Oct 04, 2007
    Posts: 2670
    Location: Innsmouth

    PostPosted: Sun Aug 02, 2009 1:49 pm Reply with quoteBack to top

    Tarot

    İlk kartı açtı. “Çlüm.” dedi tonsuz bir sesle. “Ama senin için değil.” kadın bana imalı bir bakış attı. İkinci kartı açtı “Yolculuğa çıkacaksın.” dedi.
    “Nereye?”
    Kadın sanki soruyu duymamış gibi devam etti. Ççüncü kartı açıldı. “Bir seçim yapmalısın. Çok zorlu ve bütün geleceğini etkileyecek bir seçim olacak bu.” Kadın rahat bir nefes alıp arkasına yaslandı.
    “Peki, ne yapmalıyım?”
    “Evine git, dinlen. Çnünde uzun bir yolculuk var, bir daha dönmemek üzere.”

    Ayağa kalktı ve gaz lambasını alıp yatağına doğru ilerledi. “Çıkarken kapıyı kapat.” diye de tembihledi giderken. Cevapsız sorularla dolu olan aklımı alıp kapıya doğru ilerledim. “Ne kadar borcum var?”
    Kadın elinin tersiyle gitmemi işaret etti. Ardından gaz lambasının gazını kısıp odayı zifiri karanlığa bürüdü. İçim elvermediğinden bir kese altını kapının yanına koydum. Kapıyı kapatıp evime doğru yola almaya başladım.

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Alenthas
    Forum Yöneticisi





    Joined: Oct 04, 2007
    Posts: 2670
    Location: Innsmouth

    PostPosted: Tue Aug 18, 2009 5:41 pm Reply with quoteBack to top

    “İşte orada!” diye bağırdı at arabasını süren adam. Yanındaki adam gibi beyaz cübbe giymişti. Sadece adamlar değil, atlar, hatta araba bile beyazdı. Yolda asla onlardan kaçamazdım, hız avantajı onlardaydı, o yüzden ormana daldım. Son süratle ağaçların arasından koşmaya başladım, görüşüm bulanıklaşmıştı, sanki bir rüya gibi görünüyordu her şey. Çnüme bir ağaç çıktığında sağa ya da sola dönmekle uğraşmıyor, dümdüz koşmaya devam edip kenara sıçrıyordum. Bu hızla koşarken bir şeyleri görmek gerçekten zor oluyordu. Hem hatırlamadığım bir sebepten dolayı daire çerçeveli gözlüğüm de yanımda değildi. Bütün bunlara rağmen hiçbir şeye çarpmadan koşmaya devam ettim. Cübbeli adamlara izimi kaybetmeye başlıyordum, fakat o sırada önüme yerde yatan küçük bir kütük çıktı, etrafından dolaşmak beni çok yavaşlatacaktı. Pek de yüksek bir kütük değildi, rahatlıkla üzerinden atlayabilirdim...

    Her şey çok hızlı oldu, kütüğün üzerinden atlarken ne olduğunu anlayamadım. Atlarken arkada kalan ayağım takılmıştı, peki sol ayağım mı yoksa sağ ayağım mı arkadaydı? Hatırlamıyorum. Peki ellerimle ne yapıyordum? Muhtemelen bir öne bir geri sallayıp dengemi sağlıyordum, ama o sırada ellerimi önüme uzatıp düşüşümü yavaşlatamaz mıydım?

    Suratımın üstüne düştüm. Sanki devasa boyutta eli olan birisinin tokat atması gibiydi. Çimenlerin üzerine öyle bir çakıldım ki yüzümün yeşile boyandığını sandım bir an. şansıma sadece suratımın üstüne düşmemiştim, öyle olsaydı çok büyük bir sorunla karşı karşıya gelebilirdim, ama aynı zamanda göğüsüm suratımdaki darbeyi büyük bir ölçüde engellemişti. Düşüşümden iki saniye sonra ayağa fırladım. Nefes almakta biraz zorlanıyordum, elim ve ayaklarım titriyordu ama yavaşça koşmaya devam ettim.
    “Bak , işte orada!”
    “Çabuk, çabuk!”

    Bana yaklaşıyorlar. Oraya geri dönmek istemiyorum, oraya geri dönemem... Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atıyor, üzerimdeki giysinin ıslandığını hissedebiliyorum. Ayak tabanlarım isyan ediyor, attığım her adım topuğumdan yükselip bütün bacağıma yayılıyordu. Artık koşacak hâlim kalmamıştı, beyaz cübbeli adamlar bana neredeyse yetişmek üzereydiler. Bana yaptıklarını ve geri dönersem yapacaklarını düşündüm, bu bana biraz daha dayanmam için güç vermişti ama sonunda pes edip yavaşladım. Çnümdeki ağaca sarılıp soluklandım. Durmamla cübbeli adamların ensemde bitmesi bir olmuştu.

    İki adam da nefes nefeseydi, ama ona rağmen birisi beni azarlamaya başladı “Her yerde...seni aradık! Nasıl kaçtığını ise tanrı bilir! Ne düşünüyordun...hı...kaçarak tedavi olabileceğini mi? Ahh...kiminle konuşuyorum ki.”
    Bir halatla kollarımı karnımda bağladılar. “Çok sıkıyor...” diye şikâyet etmeye kalktım. Diğer adam nefes nefese, sinirli bir tonla “Alışsan iyi edersin.” diye cevapladı. Sonra yolda bıraktıkları at arabasına kadar uzun bir yürüyüş yaptık. Tabii ben bu sırada karaya çıkmış bir balık gibi çırpınıyor, hopluyor, sıçrıyor, sağa sola dönüp kurtulmaya çalışıyordum ama hiçbir işe yaramıyordu. Hatta bir ara neredeyse sağımdaki adamın suratını ısıracaktım, ama adam son anda kaçtı.

    Sonunda at arabasına vardık. Arkadaki vagona bindim. Fazla uzun sürmeyen bir yolculuğun sonunda beni arabadan zorla indirdiler. İşin garip kısmı getirdikleri yer sanki biraz daha farklıydı, gotik bir binaydı burası, dış cephesi sararmıştı. Eski bir malikâne olmalıydı. Kanatları ön bahçeye doğru uzanıyor, U harfi yapıyordu. Binanın ortası dışında hemen hemen her yer çimenlerle kaplıydı. Etrafı da yüksek surlarla çevriliydi. Bahçenin tam ortasından bir yol geçiyordu, bir zamanlar bu yolda gelişigüzel taşlar yerleştirilmişti, fakat zamanla bu taşların çoğunun üzerini toprak kaplamıştı. Tam yolun sonunda, binanın kapısının önündeki merdivenlerin ayakucunda küçük bir havuz vardı, burada yol ikiye ayrılıyor, havuzun etrafından dolaşıyor ve tam kapının önünde birleşiyordu. Böylelikle bir yönden giren araba, havuzun etrafında bir tam tur yaparak çıkıyordu. At arabasına garip giyinimli bir adam geldi, gardiyan gibi bir şey olmalıydı.

    “Sonunda kaçağı buldunuz demek, ha? İyi, nasıl kaçtığını insanın aklı almıyor. Ama bu adamların aklı belki de bizimkinden çok daha iyi çalışıyordur, garip. Sanırım asıl cevap kutunun dışında düşünebilmekte olsa gerek.”
    “Evet, neyse, biz şunu bırakıp çıkıyoruz. Kolay gelsin sana.”
    “Peki, sizi işinize bırakayım.” diyerek uzaklaştı gardiyan.
    “Güvenlik görevlisi bile felsefe yapıyor artık, baksana.” Adamın suratını göremiyordum ama sesinden anladığım kadarıyla yüzünde geniş bir gülümseme vardı.
    “Heh, bana mı söylüyorsun.” kıkırdadı.

    Bundan sonrası pek boş geçmişti, uzun ve eski koridorlarda yürüdük durduk. Hücrelere kapatılmış insanlar baş hizasındaki küçük deliklerden bakıyorlar, çıkmak için yalvarıyorlardı. Bazıları ise artık umudunu yitirmiş ya da durumu kabullenmişti, ses çıkartmadan oturuyorlardı hücrelerinde.

    Sonunda benim hücreme geldik, içeride hiçbir şey yoktu, ne yatak, ne klozet, hiçbir şey. Dört duvar arası bir odaydı sadece. “Bu da neyin nesi? Nerede yatacağım, nereye işeyeceğim?”
    “Kaçmadan önce düşünecektin onu.”
    Ayak seslerinden başka hiçbir ses yoktu. Bir süre sonra o da kayboldu. Boşluk, karanlık, zaman geçmiyordu. Burada zamanda asılı kalmıştım, yapabileceği hiçbir şey yoktu. Uyudum.



    Gözlerimi açtığımda bambaşka bir yerdeydim. Geri dönmüştüm, evet, uyumadan önceki son birkaç saat çok mantıksızdı. Her şeyi farklı hatırlıyordum ama nasıl olması gerektiğini çıkartamıyordum bir türlü. şimdi hepsi kafamda oluşmaya başlamıştı. Rüya mı görmüştüm? Ama her şey o kadar gerçekçiydi ki...
    Tekrar akıl hastanesine dönmüştüm, beyaz yumuşak duvarlar, ellerimi bağladıkları o beyaz garip şey. “Aklımı kaybediyorum...”

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Alenthas
    Forum Yöneticisi





    Joined: Oct 04, 2007
    Posts: 2670
    Location: Innsmouth

    PostPosted: Sat Dec 12, 2009 2:27 pm Reply with quoteBack to top

    Kapı gıcırdayarak açıldı. Gözlerimi açtım, tekrar o zindandaydım. Artık neyin gerçek, neyin hayal olduğunu anlayamıyorum. Kapının ardında küçük, sarışın bir kız baktı. Yeşil bir elbisesi, küçücük ayakkabıları ve dantelli beyaz çorapları vardı. şöyle bir baktı, gülümsedi ve gözden kayboldu.

    “Dur!” diye arkasından haykırdım ama cevap gelmedi. Hemen yerimden fırlayıp peşinden gitmeye kalkıştım. Sağa doğru gitmişti. Ama boş, karanlık, soğuk bir koridordan başka bir şey göremedim. O sırada arkamdan “Bayım, kilidinizi kim açtı, ne yapıyorsunuz burada?” diye ciyaklayan bir kadın sesi geldi. Açıklama umuduyla ürkekçe arkama döndüm. Fakat karşımda beyaz cübbeyle, suratı yanmış, göz bebekleri büyümüş birisiyle karşılaştığımda korkudan kendimi koşarken buldum. Yaratık beni kovalamıyor gibiydi. Ses uzaklaştıkça boğuluyordu ama kadının ağlamaklı bir sesle inlediğini duyduğumda bir anlığına üşüme hissettim. Koridor boyunca koştum, ötede küçük havada duran kapı şeklinde bir ışık vardı. Işığın içine balıklamasına daldım...


    Kendimi sırtüstü yatarken buldum. “Ihh.” gözlerim, yanıyorlar! Ovuşturdukça daha da çok acıdı, bir süre yerlerde kıvranıp acının geçmesini bekledim, o sırada birileri konuşmaya başlamıştı.
    “Ona ne oldu?” demişti birisi, ayağa kalkıp sesin geldiği yere yürüdüm, hemen ötedeki camın ardından geliyordu.
    “İntihar etmeye kalkmış.” Camın ardındaki iki doktor sargılar içerisindeki, yatağa bağlanmış bir hastanın başında konuşuyorlardı.
    “Hım, nasıl olmuş?”
    “Pencereden atlamış, neyse ki zamanında müdahale edebilmişler.”
    “Anlıyorum.” diye konuşmayı noktaladı soğuk bir sesle.
    Doktorlar sağ taraftaki kapıdan çıkıp karanlığın içinde kaybolduktan sonra odaya girdim. Acaba sargıların ardındaki kişi kimdi? Yüzü sargılı olduğu için bakamıyordum ama sanki çok yakından tanıdığım biri gibi geliyordu. Çizelgesine bakmak için elimi uzattım.
    “Sargılar... çıkart. Kaşınıyor.”
    Çrkerek geriye sıçradım. “Y-yapamam, yaralısın.”
    “Kendimden bahsetmiyorum.” Elimi yüzüme götürdüğümde sargıyı hissettim. Benim de yüzüm sargılanmıştı, ama sanki yatakta yatan hasta bana söyleyene kadar yok gibiydi, sanki bir anda var oluvermişti. Yavaş yavaş her şey parlamaya başladı, gittikçe daha parlaklaşıyordu, her taraf bembeyaz olana kadar sürdü bu, gözlerim yine yanmaya başlamıştı. Hafifçe inledim.
    “Ah, kusura bakma. Rahatsız olabileceğini tahmin edememiştim.” Birden etraf tekrar karardı, ama ışıktan dolayı gözümün önünde mor bir leke kalmıştı. “Ziyaretçin var.”
    “Ne oldu? Her şey o kadar bulanık ki...”
    “şimdi bunlarla kafanı yorma.” dedi doktor, daha önceki odadaki doktorlardan biriydi bu, bunu biliyordum ama o kafam o kadar bulanık ki adamı gayet net görebilmeme rağmen hangisiydi hatırlayamıyorum. Doktor odadan geri çekilerek çıktı ve sözün ettiği ziyaretçi girdi.
    “Sen...” yerimden doğrulmaya çalıştım, ama hareket edemedim. Bileklerimden yatağa sabitlenmiştim.
    Back to top View user's profileSend private message
    Display posts from previous:      
    Post new topicReply to topic


     Jump to:   



    View next topic
    View previous topic
    You cannot post new topics in this forum
    You cannot reply to topics in this forum
    You cannot edit your posts in this forum
    You cannot delete your posts in this forum
    You cannot vote in polls in this forum


    Powered by phpBB © 2001 phpBB Group

    :: HalloweenV2 phpBB Theme Exclusive ::
     
    FRPWorld.Com ülkemizdeki fantezi edebiyatı ve frp sevenleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir web sitesidir. 2003 yılında kurulmuş olan sitemiz kullanıcı ve yöneticilerimizin katkıları ile büyüyüp Türkiyenin en büyük frp sitelerinden birisi olmuştur. Galerisi, indirilecekler kısmı, akademisi, yazarları ile sitemiz tam bir frp hazinesidir. FRPWorld sizin de desteklerinizle böyle olmaya devam edecektir. FRP'nin doyumsuzca yaşandığı bu diyara hoş geldiniz.

    FRPWorld, yeni bir frp dünyası


    Sitede bulunan yazı, doküman ve diğer içerikler siteye ait olup başkaları tarafından kopyalanması, dağıtılması ya da ticari amaçla kullanılması yasaktır.
    Siteye yapmış olduğunuz katkılar frpworld.com'un olup bunları yayınlama ya da yayınlamama hakkı site yöneticilerine aittir.


    Sayfa Üretimi: 0.62 Saniye