Frp World Ana Menü
  • Frp World
    » Anasayfa
    » Forum
    » Anketler
    » Akademi
    » Kitap Tanıtımları
    » Haber ArÅŸivi
    » Haber Gönderin
    » Makale Gönderin

  • Üyelere Özel

  • KiÅŸisel
    » Hesabınız
    » Özel Mesajlar
    » Üye Listesi
    » Üye Arama
    » Siteden Çıkış

  • Site Bilgileri
    » Top10
    » Site Hakkında Yorumlarınız
    » İstatistikler
    » Destekleyen Siteler

  • Kullanıcı Menüsü
    HoÅŸgeldin, Diyar Gezgini
    Üye Adı
    Åžifre
    (Kayıt Ol)
    Üyelik:
    Son Üye: RobbinGarc
    Bugün: 34
    Dün: 88
    Toplam: 58518

    Şu An Bağlı:
    Ziyaretçi: 1307
    Üye: 0
    Toplam: 1307

    Eski Hikaye




    I. FRPWorld Kısa Öykü Yarışmasında Üçüncü Olan Öykümüzdür.


    Baharın Heybeliada topraklarına ulaÅŸtığı gün, ada sakinleri henüz uykularındaydı. Dalgalar yavaÅŸça adanın kıyılarını döverken, güneÅŸ ellerini insanlara yeni yeni uzatmaya baÅŸlamıştı. Adanın en yüksek tepesinin, yani DeÄŸirmentepe’nin üzerinde uçuÅŸan martılar, kendilerince adaya göz kulak oluyorlar, sanki yüzyıllardır yaÅŸadıkları yeri yabancılardan koruyorlardı. İşte o gün, yani baharın ilk günü adada büyükbaba diye tanınan UlaÅŸ Bey, tek katlı, beyaz boyalı evinden çıkıp sokaÄŸa ilk adımını attı. Henüz güneÅŸ insanların uyanması için gözlerini tam olarak açmamıştı. Ama büyükbaba, adanın diÄŸer insanlarına pek benzemezdi. O, adada olduÄŸu ender günlerde -ki kendisi hep uzun gezilere çıkardı ve kimse nereye gittiÄŸini pek bilmezdi- sabahın ilk ışıklarıyla ayaÄŸa kalkar, adanın ruhunu koluna takar ve sahili gezerdi. GüneÅŸ insanlar için bir anlam taşıdığında ise, çoktan evine dönmüÅŸ olurdu. Büyükbaba yine diÄŸer günlerde olduÄŸu gibi sahili ve ormanı gezdi. Yeni açan çiçeklerin arasında dolaÅŸtı ve sonra evinin yolunu tuttu. “Yine kahvaltıyı muhteÅŸem hazırlamışsın büyükbaba,” dedi Onur. Kısa, kömür karası saçları beyaz pamuk gibi yanaklarına dökülüyordu. Kocaman gözleri her zamanki gibi sevgi doluydu. On ikisine daha iki ay önce basmıştı Onur. Büyükbabasının ona doÄŸum gününde aldığı deniz kabuÄŸundan kolye boynundaydı. “Kahvaltını iyi yap bakalım genç adam. Bugün adanın bilinmezliklerini gezeceÄŸiz seninle,” dedi büyükbaba ve cam sürahiden doldurduÄŸu büyük bir bardak suyu midesine indirdi. “Kimse senin kadar hızlı ve çok su içemez büyükbaba. En büyük sensin!” Odanın içini yaÅŸlı adam ve torununun gülüÅŸleri kapladığında, artık güneÅŸ yavaÅŸ yavaÅŸ insanoÄŸluna sinirlenmeye baÅŸlıyordu. Kahvaltı bittikten sonra UlaÅŸ Bey ve torunu dışarı çıktılar. Adanın içinden geçerlerken, oranın yerlileri onları selamladı. İçlerinden bazıları büyükbabaya sarılıp, onu gördüklerine çok sevindiklerini söylerken, bazıları da ona yeni yolculuÄŸunun ne zaman baÅŸlayacağını soruyordu. Onur, büyükbabasının yılın büyük bölümünde, yanında olmamasından hiç hoÅŸlanmıyordu. Ama adam, bunun gerekli olduÄŸundan ve geçimlerini saÄŸlamak için gitmesi gerektiÄŸinden bahsediyordu. Onur artık buna alışmıştı ama hiç kimse bundan hoÅŸlandığını söyleyemezdi. Her ne kadar büyükbabasından ayrı kaldığı zamanlarda komÅŸu Sophia Hanım’da kalıp, arkadaşı ile vakit geçirse de, onun için yaÅŸlı adamın yokluÄŸu asla doldurulamazdı. Annesi ve babası onu küçük yaÅŸta terk ettiÄŸinde, büyükbaba onun her ÅŸeyi olmuÅŸtu. “İşte geldik genç adam. Burası ormanın ve deniz kokusunun buluÅŸtuÄŸu yer. Burası adanın en büyülü yeridir. Sakın kimseye buradan bahsedeyim deme,”dedi ve kırışıklarla dolu suratına neÅŸeli gülümsemesini iliÅŸtirdi. Onur da kafasını sallayarak büyükbabasını onayladı. Çimenlerin üzerinde oturup sırtlarını iri aÄŸaçların gövdelerine verdiler. Karşılarında, biraz uzakta deniz vardı. Rüzgar onlara doÄŸru estiÄŸinde, denizin tüm kokusu ve ruhu sanki büyükbaba ve torunun içine akıyordu. Bir süre hiç konuÅŸmadan oturdular. Sonra UlaÅŸ Bey, yanına getirdiÄŸi büyük sürahiden bir bardak su daha içti. Geri kalan bir miktar suyu da kafasından aÅŸağıya boÅŸalttı. “Hava oldukça sıcak,” deyip gülümsedi. Onur da ona katıldı. Ama Onur’un canı su istemiyordu. Hatta hava bile ona o kadar sıcak gelmiyordu. Gün hızlı bir ÅŸekilde akarken, büyükbaba ve torun da ona ayak uydurdu. Birbirleriyle vakit geçirdiler, oyun oynadılar ve bu büyülü yerin tadını çıkardılar. Artık akÅŸam olmuÅŸtu. Onur gitme vaktinin geldiÄŸini düÅŸünürken, büyükbaba aniden konuÅŸmaya baÅŸladı. “Beni dinle bakalım. Bugün sana anlatacak bir hikayem var.” Adam bunu söyler söylemez Onur’un suratı asıldı ve kafasını önüne eÄŸdi. Küçük adamın böyle mutsuz olması hikayelerden veya masallardan hoÅŸlanmamasından kaynaklanmıyordu. O biliyordu ki, büyükbaba ne zaman ona bir hikaye anlatsa, o gece giderdi. O gece yola çıkar ve uzun zaman da dönmezdi. “Yani yine gideceksin,” dedi sesi yavaÅŸça esen rüzgarın içinde kaybolurken. Dedesi kafasını evet anlamında salladı ve Onur’un yanına yaklaÅŸtı. Küçük adama sıkıca sarıldı. “Gitmem lazım. Bunu biliyorsun. Geç...” “Evet geçinmek için. Bunu biliyorum,” dedi araya girerek. Büyükbaba devam etti. “Bugün sana anlatacağım hikaye aslında bir sır. Bir gizem,” dedi Onur’un gözlerinin içine bakarak. Onun efsanelerden ne kadar hoÅŸlandığını çok iyi biliyordu. “Gerçek bir efsane mi? Önemli bir sır mı?” dedi sesini alçaltarak. Sanki biri onları dinliyormuÅŸ gibi etrafına bakındı. Büyükbaba evet anlamında kafasını salladı. “Hadi anlat. Bu sırrı bana ver. Emin ol bunu hiç kimseye söylemem. Söz!” “Bunun için denizler ve okyanuslar adına yemin etmelisin. Çünkü hikaye onlar hakkında. Tabii baÅŸka ÅŸeyler hakkında da.” “Söz büyükbaba.. Söz.. Anlat hadi!” Ve yaÅŸlı adam hikayeyi anlatmaya baÅŸladı. Beyaz saçları rüzgarla dans ederken, tok sesiyle gizi ÅŸimdi torununa bahÅŸediyordu. “Bizim zamanımızdan farklı bir zamanda ve yaÅŸadığımız topraklara henüz çok kiÅŸi adım atmamışken, eski bir uygarlık vardı. Bu uygarlık, kendi dünyasındaki insanları, deÄŸiÅŸik ırkları ve tanrılarıyla evrendeki boÅŸluÄŸu dolduruyordu. Gökyüzü, bizim dünyamızdaki gibi maviydi orada da. Dedim ya çoook eski zamanlarıydı dünyanın. O zamanlar gökyüzünü baÅŸka gezegenler süslüyordu. Bu gezegenlerden en çok sevileni Arkluh adı verileniydi. Orada yaÅŸayan insanlar için gezegen, bereketi ve bolluÄŸu simgeliyordu. Ona bir tanrıçanın adı verilmiÅŸti. Kendi takvim sistemlerinde bu gezegenin kızıllaÅŸtığı bir dönem vardı. O gün tanrıça sayesinde toprak daha güzel bir hal alır, sular yükselir, deniz içindeki balıkları ve diÄŸer yararlı yiyecekleri insanların kıyılarına bırakırdı. O zaman insanlar Arkluh adını hep bir ağızdan haykırırlardı. Gezegene ismini veren tanrıçayı kimileri gördüÄŸünü söylüyordu. Görenler onun uzun ve altından saçlarının ışıltısından bahsediyor, vücudunun güzelliÄŸine bakanlar ise o günden sonra kendilerini inzivaya çekiyordu. Ama en büyük tanrılardan biri olan Arkluh’un bir baÅŸka özelliÄŸi daha vardı. Onu görenler ayrıca sırtındaki büyük bir sepetten bahsediyorlardı. Bu sepetin içinde insan tohumlarını taşırdı tanrıça. İnsan ırkının devamı onun sepetinin içindeki tohumlara baÄŸlıydı. O, insanlar ışıklar kapandıktan sonra birbirlerine yaklaÅŸtığında tohumlarını üzerlerine serpmese; soyların devamı kesinlikle saÄŸlanamazdı. Bu yüzden bu tanrıçanın önemi çok büyüktü. Bu tanrıça adına dünyanın dört bir yanında tapınaklar kurulur, onun tapınağına çeÅŸitli hediyeler bırakılırdı. DiÄŸer tanrı ve tanrıçalar adına kurban armaÄŸan edilirken, bu tanrıçaya bir adak sunulmazdı. Çünkü insanoÄŸluna, yaÅŸamının devamını armaÄŸan eden tanrıçaydı bu. İnsanlar ona olan inançlarını hediyeler sunarak gösteriyordu. “Tam olarak ne kadar zaman önce büyükbaba?” diye sordu genç adam. Merakı gözlerinden dışarıya fışkırırken. “Çok uzun seneler önce. Henüz insanoÄŸlu ÅŸimdiki gibi gözükmeden önce.” “Oooooo. O zaman baya uzun seneler önce olmalı,” diye ekledi ve efsaneyi dinlemeye devam etti. “O dünyada insanlar yaÅŸamlarını devam ettirirken, yaÅŸanan kötü olaylar karşısında hemen tanrılara sığınırlardı. Sığındıkları tanrılardan birisi ise, kahramanlık tanrısı Holundar’dı. O, inanılmaz vücudunun üzerine giydiÄŸi metal zırhı, koca kalkanı ve devasa kılıcıyla figürize edilirdi. On kollu ve sekiz bacaklı öfke tanrıçası Lokhana ve bakışlarıyla insanları eriten ejderha tanrı Serith bu tanrılar arasında en bilinenleriydi. EÄŸer köyleri vahÅŸi kurt sürüleri basarsa, hemen bu tanrıların tapınaklarına gidilir ve onlardan yardım dilenilirdi. O zamana kadar tanrılar, insanlara hiç yardım etmemezlik yapmamıştı. Çünkü insanlar, her yardım karşılığında tanrıların tapınaklarına gidiyor ve onlara kurban veriyordu. Bu döngü binlerce yıldır böyle devam etmiÅŸti. O dünyada yaÅŸayanlar, kötülük nedir bilmez ve hep dostça vakit geçirirlerdi. Tanrıça Arkluh insan tohumunu yeryüzüne serptiÄŸinden beri insanlar birbirlerini hiç öldürmemiÅŸti. Henüz insan eli bir baÅŸka insanın kanını dökmemiÅŸti. Buna sebep de yoktu zaten. Zorluklar tanrılar tarafından hallediliyordu bu diyarlarda. İnsanların korktuÄŸu tek bir ÅŸey vardı. O da kara tanrı Gurr’du. Onun adının bu dünyada anılması yasaklanmıştı. Efsaneye göre eÄŸer Gurr’un adı anılırsa, o zaman kara tanrı yeryüzüne iner ve kara kanını masum insanların kanıyla karıştırırdı. Ama artık insanlar onun adını bile unutmuÅŸtu. Ne onun adını hatırlayan vardı ne de kara tanrının lanetli efsanesini. Eski Dünya her zamanki güzel günlerinden birini yaşıyordu. Kızıl gezegenin parlama vakti yine gelmiÅŸti. İyi ve dürüst insanlardan oluÅŸan halk, deniz kenarına inmeye baÅŸladı. Biliyorlardı ki o gün, hasatın artacağı ve insanoÄŸlunun yeryüzüne yayılacağı günlerden biriydi. Aslında o gün, onlar için baÅŸka bir ÅŸey daha ifade ediyordu. Bereket tanrıçası yıllar önce bir köylüye gözükmüÅŸ ve ona kara bir tarihten bahsetmiÅŸti. Tanrıça o tarihte aralarına bir karanlığın süzüleceÄŸinden ve eÄŸer o karanlığı bulamazlarsa, kötü günlerin yaklaÅŸacağından söz etmiÅŸti. Aslında o günün korkulan bir gün olması gerekiyordu; fakat köyden hiç kimse köylü Not’un dediÄŸine inanmadı. Tanrıçanın en sevdiÄŸi günün, yani hasat zamanının, kötü bir gün olacağına inanmak istemediler. Köylünün söylediklerine aldırış etmediler. O günün sabahında, Not aynı ÅŸeyleri tekrarladığında, onu dinlediler ama yine de önemsemediler. Köylü de en sonunda yıllar önce gördüklerinin hayal olduÄŸuna kendini inandırdı ve bu konu onun için bile artık kapanmıştı. Yine halk birbirine gülümseyerek iÅŸlerini yapmaya koyuldu. Denizciler okyanusa açılıp, derinlerden gelen hediyeleri kabul etti, tarım iÅŸçileri de kutsal topraklarını eÅŸelemeye baÅŸladı. Yine kızıl gezegenin hediyeleri dolup taÅŸmaya baÅŸlamıştı. O yıl da hasat, geçen yıllar gibi muhteÅŸem olmuÅŸtu. Gece olduÄŸunda, bütün köy halkı elde ettiÄŸi yiyecekleri hiç kendilerine saklamadan köyün ortasına getirecek ve onları eÅŸit olarak paylaÅŸacaktı. Bu her sene böyle yapılırdı. Tarım iÅŸçileri toplamayı bitirdiler ve köyün ortasına mallarını yığdılar. Denizden gelecekler de bir bir gözükmeye baÅŸlamıştı. En sonunda bir kiÅŸi haricinde tüm köylü buluÅŸma yerine geldi. ÅŸimdi herkes, o gelmeyen köylüyü bekliyordu. Aslında bu zaman hiç ÅŸaÅŸmazdı. Köylüler meraklanmaya baÅŸlıyorlardı. Akıllarına Not’un söylediÄŸi kara haberler geliyordu. Köylüler geç kalanı beklerlerken, denizci son ağını da aldı ve kıyıya doÄŸru yelken açtı. Topladığı ÅŸeylere hiç bakmıyordu. Ne de olsa bütün malı eÅŸit olarak paylaÅŸacaklardı. Ama birden gözü ağına takılan bir ÅŸeye çarptı.Tüm kıpırdayan ve can çekiÅŸen balıkların arasında, ona doÄŸru parlayan farklı bir ÅŸey vardı. Bu, etrafı altın çerçevelenmiÅŸ bir resimdi. Bir yaÄŸlı boya tabloydu. Adam hemen onu aÄŸların arasından çıkardı ve eline aldı. “Ne kadar da güzel,” diye içinden geçirdi. Tabloda bir adam vardı. Gölgesi çok karanlıktı. Bu adam eskiden anlatılan birisine benziyordu. Bu daha çok kara tanrı Gurr’a benziyordu. Adam bir anda aÄŸzından o ismi dışarı bırakıvermiÅŸti. Ama bundan habersizdi. Köylü birden, resmin kendisine gelen bir hediye olduÄŸunu ve böyle bir güzelliÄŸi paylaÅŸmaması gerektiÄŸini düÅŸündü. İşte o zaman gök gürledi. Köylüler olacaklardan habersiz denizciyi beklerken, tablodan çıkan eller denizciyi içine çekti. Denizci tablonun içine girerken, kara tanrı da dışarı çıkı. Gemi kıyıya yaklaşırken, kara tanrı adamın ÅŸeklini almıştı bile. Günler Eski Dünya’da hızla akarken, artık bir ÅŸeyler ters gitmeye baÅŸlamıştı. İnsanlar birbirlerine eskisi kadar iyi davranmamaya ve topladıkları ürünleri kendilerine saklamaya baÅŸlamışlardı. Bu, en kutsal günlerde bile böyle oluyordu. İnsanların deÄŸiÅŸimine Not ÅŸahit oluyordu. Ama diÄŸerleri bunun farkında bile deÄŸildi. Not onlara tanrıçanın alametinin gerçekleÅŸmeye baÅŸladığından bahsediyor; ama yine de kimse onu dinlemiyordu. Kara tanrının denizci kılığıyla yeryüzüne inmesinin üzerinden tam dört sene geçmiÅŸti. Yine kutsal hasat günüydü. Ama artık iÅŸin kutsal olan kısmını halk umursamaz olmuÅŸtu. Nedense köyün ortasına gelen mallar günden güne azalıyor, ama insanlar git gide ÅŸiÅŸmanlıyordu. Yıllardır köyleri kahraman ve savaÅŸçı tanrılar tarafından kurtarılıyor; ama insanlar uzun zamandır onların tapınaklarına gitmiyordu. Artık tapınaklar baÅŸka iÅŸler için kullanılıyordu. Kutsal mekanlar neredeyse ahırlaÅŸtırılmıştı. Bu fikir de denizciden gelmiÅŸti hiç ÅŸüphesiz. Kutsal hasat günü sona ererken, insanlar artık evlerine dağılmıştı. Denizin kıyısında sadece Not kalmıştı. DüÅŸünceli bir tavırla ufka bakıyordu. O sırada aniden karşısında bir ÅŸey belirdi. Bu bereket tanrıçası Arkluh’tu. Altın saçları geceyi aydınlatıyordu. “Bugün yok oluÅŸunuz baÅŸlayacak. Bugün benim yas tutma zamanım gelecek. İnsan ırkının yeryüzünden silinme zamanı yakın. Gece ilk yaÄŸmur damlası dünyanıza süzülürken bekle. Bırak o suratına damlasın. O ben olacağım. O benim gücüm olacak. O damla son ÅŸansınız olacak.” Ve tanrıça bunları söyledikten sonra kayboldu. Not hayretle olanlara bakıyordu. Korkusu bir kat daha artmıştı. Uzun bir süre orada aÄŸladı sonra koÅŸarak evine gitti. Köy sessizdi. Korkutucu bir sessizlik hakimdi. Tanrıça gökyüzündeki evine dönerken, daha önceden gördüÄŸü ÅŸeyler gerçekleÅŸti. DiÄŸer tanrılar insanların yaptığı ahlaksızlık sonucunda, tanrıçanın insan tohumlarıyla dolu sepetini parçaladılar. İnsanların yaptığı kötü ÅŸeylerden tanrıçanın sorumlu olduÄŸunu söylediler. İnsanoÄŸlunun sonu iÅŸte böyle geldi ve o zamandan sonra Arkluh aÄŸlamaya baÅŸladı. İlk damlası yeryüzüne süzülürken, Not da onu bekliyordu. Böylece tanrıçanın gücünün bir kısmı ona geçti. Ama tanrıça aÄŸlamaya devam etti. Geceler ve günler boyunca. Günler ve haftalar. Deniz yükselmeye baÅŸladı. Bütün bitkiler öldü. Toprak küçülmeye, aÄŸaçlar ölmeye baÅŸladı. Bütün insanlar çıldırmışçasına etrafta dolanıyordu. Tek bir kiÅŸi ise onlara uzaktan gülüyordu. Denizci. Artık su iyice yükseldiÄŸinde, Not bütün köyü, civardaki en yüksek tepede topladı. Orada konuÅŸmaya baÅŸladı. Onlara insanoÄŸlunun yok olacağından; ama isteyenlerin yaÅŸama olasılığının var olduÄŸundan bahsetti. Not, tanrıçanın gücü sayesinde isteyenleri yarı balık yarı insana dönüÅŸtürerek, Yeni Dünya’nın deniz kızları ve deniz oÄŸlanları yapacaktı. Buna ilk önce herkes karşı çıktı. Not, tanrıların sinirinin geçene kadar bu ÅŸekilde yaÅŸamalarının iyi olacağından, elbet tanrıların bir gün kendilerini affedeceÄŸinden bahsetti. Denizci ise, insanları hala tanrılar aleyhine kışkırtıyordu. Günler boyu tartışmalar yaÅŸandı. Tanrıçanın gözyaÅŸları dünyayı dolduruyor, ÅŸiddetli esen rüzgarlar ise büyük dalgalar yaratarak civar köyleri yok ediyordu. En sonunda köyün yarısı denizciye, yarısı ise Not’a inandı. Not’a inananlar yeni oluÅŸan dünyada, deniz kızları ve oÄŸlanları diye anılmaya baÅŸladılar. Tanrılar onları asla affetmedi. Asla tekrar tam olarak insan olamadılar. Sadece yüz yıllar sonra belli zamanlarda insan gibi gözükebildiler. DiÄŸerleri, yani denizciye inanalar ise, oluÅŸan büyük kasırgalar ve seller sonucunda öldü. Böylece kara tanrı yeni oluÅŸan dünyanın efendisi oldu. Sular çekildiÄŸinde kendi insan ırkını yarattı ve yeni yarattığı kendine has bu insanlar dünyada yaÅŸamaya baÅŸladı. Yeni oluÅŸan bu insan soyu deniz kızları ve oÄŸlanlarını birer efsane zannederek büyüdü.” Öykü sona erdiÄŸinde Onur, büyükbabasına bir süre meraklı gözlerle bakmayı sürdürdü. “Onlar gerçek mi yani büyükbaba? Onlar gerçekten varlar mı?” diye sordu merakla. “Bir sonraki geliÅŸimde genç adam, sana onlar hakkında daha çok ÅŸey anlatacağım. Ama unutma, bu bir sır olarak aramızda kalmalı, yoksa eski tanrıları sinirlendirebilir ve okyanusun hışmını üzerimizde bulabiliriz.” Sonra yaÅŸlı adam ayaÄŸa kalktı. Üzerine yapışan çimen ve toprak parçalarını temizlemeye baÅŸladı. Onur ise oturduÄŸu yerde hikayeyi düÅŸünüyordu. “Nasılsınız bakalım?” diye bir anda belirdi Sophia. Büyükbaba kadını selamladıktan sonra bir süre onunla konuÅŸtu. Bu sırada Onur sanki aralarında deÄŸil gibiydi. Kadını gördüÄŸünde, eski üzüntüsü kendisini yenilese de büyükbabasının ona verdiÄŸi sır içini mutlulukla sarıyordu. “Bu sefer çok geç kalma. GeldiÄŸinde bana anlatacak bir hikayen var,” dedi. Sophia onları izliyordu ama ikilinin konuÅŸmaları ona yabancıydı. Büyükbaba, torununu emin ellere teslim ettikten sonra sahile doÄŸru yürümeye baÅŸladı. Dolunay gökyüzünde adamın attığı adımları dikkatle izliyordu. Adam, üzerindeki yolculuk eÅŸyalarını çıkardı ve onları her zaman gizlediÄŸi kayalıkların arasına yerleÅŸtirdi. Gece o kayalıklarda kimse olmazdı. Adımlarını denizin soÄŸuk suyuna doÄŸru atıp ayaklarını suya soktuÄŸu an, derin bir nefes aldı. Bir süre avuçlarına aldığı suyu vücudunda gezdirdi. Ayın ÅŸaÅŸkın bakışları altında adamın vücudundan dökülen sular parıldıyordu. Kum sanki onu daha önceden tanırmışçasına ayaklarının çevresinde dolanıyor, ona hoÅŸ geldin diyordu. “Gece ve kutsal ışığın huzurunda sana sesleniyorum Arkluh. Senden evine girmek için izin istiyorum. Ben Not. Senin gücünle yaÅŸam bulan.” Adamın sesi rüzgarın da yardımıyla kıyıda bir süre dolaÅŸtıktan sonra aÄŸaçların arasına girdi ve oradan baÅŸka diyarlara gitmek üzere kayboldu. Denizin tuzlu suları adamı evine davet ediyordu. Onu adeta içeri çekiyordu. Not, Yeni Dünya’da anılan ismiyle büyükbaba, kendini sulara bıraktı. Bir iki kulaç attıktan sonra suya daldı ve gözden kayboldu. Not gözlerini tekrar açtığında Marmara Denizi’nin kalbindeydi. Vücudu her saniye deÄŸiÅŸim içerisindeydi. İnsana özgü bedeni gri-mavi pullarla kaplanırken, saçları derinliklerde kayboldu. Balıklar ondan ilk baÅŸta kaçarken, yeni görüntüsüyle ÅŸimdi onun yakınında yüzmek için yarışıyorlardı. BoÄŸazın gizemli suları içinde bir deniz oÄŸlanına dönüÅŸen büyükbaba, ÅŸimdi çok uzaklardaki krallığına doÄŸru yola çıkmıştı. Bir süre sonra yukarıdaki gürültülü vapurların sesini duymaz oldu. Vakit aktıkça denizin içindeki insan pisliklerini görmez oldu. Zaman onu kucakladıkça, yukarıdaki dünya ile tüm iletiÅŸimini kopardı ve denizin içinde denizin bir parçası oldu...


    Öyküyü Word dökümanı olarak indirmek için tıklayınız.








    GöktuÄŸ "Eliathor" Canbaba

    Copyright © FRP World © Fantezi Edebiyat ve FRP sitesi Tüm haklarý saklýdýr.

    Yayýnlanma:: 2006-05-31 (7646 okuma)

    [ Geri Dön ]
     
    FRPWorld.Com ülkemizdeki fantezi edebiyatı ve frp sevenleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir web sitesidir. 2003 yılında kurulmuş olan sitemiz kullanıcı ve yöneticilerimizin katkıları ile büyüyüp Türkiyenin en büyük frp sitelerinden birisi olmuştur. Galerisi, indirilecekler kısmı, akademisi, yazarları ile sitemiz tam bir frp hazinesidir. FRPWorld sizin de desteklerinizle böyle olmaya devam edecektir. FRP'nin doyumsuzca yaşandığı bu diyara hoş geldiniz.

    FRPWorld, yeni bir frp dünyası


    Sitede bulunan yazı, doküman ve diğer içerikler siteye ait olup başkaları tarafından kopyalanması, dağıtılması ya da ticari amaçla kullanılması yasaktır.
    Siteye yapmış olduğunuz katkılar frpworld.com'un olup bunları yayınlama ya da yayınlamama hakkı site yöneticilerine aittir.


    Sayfa Üretimi: 0.53 Saniye