Frp World Ana Menü
  • Frp World
    » Anasayfa
    » Forum
    » Anketler
    » Akademi
    » Kitap Tanıtımları
    » Haber Arşivi
    » Haber Gönderin
    » Makale Gönderin

  • Üyelere Özel

  • Kişisel
    » Hesabınız
    » Özel Mesajlar
    » Üye Listesi
    » Üye Arama
    » Siteden Çıkış

  • Site Bilgileri
    » Top10
    » Site Hakkında Yorumlarınız
    » İstatistikler
    » Destekleyen Siteler

  • Kullanıcı Menüsü
    Hoşgeldin, Diyar Gezgini
    Üye Adı
    Şifre
    (Kayıt Ol)
    Üyelik:
    Son Üye: NigelSterl
    Bugün: 15
    Dün: 35
    Toplam: 90379

    Şu An Bağlı:
    Ziyaretçi: 1452
    Üye: 1
    Toplam: 1453

    Şu An Bağlı:
    01 : petrovz358f

    FrpWorld.Com :: View topic - Avernus'un Kan Ovalarında...
    Forum FAQ  |  Search  |  Memberlist  |  Usergroups   |  Register   |  Profile  |  Private Messages  |  Log in

     Avernus'un Kan Ovalarında... View next topic
    View previous topic
    Post new topicThis topic is locked: you cannot edit posts or make replies.
    Author Message
    Eldarin_






    Joined: Dec 20, 2006
    Posts: -27
    Location: Yolcu

    PostPosted: Tue Feb 14, 2006 8:45 pm Reply with quoteBack to top

    Necros Spellweaver'ın Zek'arab'ı Çağırma Denemesi

    *****
    Necros Spellweaver'ın Zek'arab'ı Çağırma Denemesi -FRPWorld 2005-
    Oyuncu: Necros spellweaver
    DM: Eldarin
    İzleyenler: Yilmax, Squan
    *****

    DM:
    Pentagramın çevresindeki kan birikintileri şimdi birbirleri ile birleşmişti. Çlü elflerin bilekleri, boğazları kesilmiş, pentagramın çevresinde mosmor kalmış bedenleri ile yatakalmışlardı.

    DM:
    Necros un sözlerinin ardından pentagram daha da kararmaya başlamıştı. Zemin yerinden oynuyordu ve yerin dibinden çatırtılar gelmekteydi. Çatlayan zemin tarafından emilen kan birikitileri şimdi yer yer leke gibi durmaktaydı. Zemin çatlarken zeminin dibinden fısıltılar duyulmaya başlıyordu şimdi

    DM:
    Bitmek tükenmek bilmeyen ölümcül fısıltılar tüm odaya dolmuştu şimdi. Uğuldayan sesler gitgide yükseliyor, gaddar ve zalim bir hale bürünüyordu. Yere çizilmiş pentagramın silueti gitgide daha da kara bir hal alıyordu.

    DM:
    Tepeden bakıldığında yere çizilniş kara bir leke gibiydi ve lekenin kaynağı elf kanıydı, pentagram elf kanı ile besleniyordu. Aralarına dolan kan ile çatlaklar dışarıya gürleyen alevler püskürtmeye başlamıştı şimdi.

    DM:
    Pentagramın çevresindeki rünler kızıl ışıklar ile tavana yansıyor, alevlerin berraklığı ile bütünleşiyordu.

    DM:
    Ve sesler, yerin dibinden gelen kulak tırmalayıcı sesler boyutötesinde yaşayan binlerce şeytanın vahşi ve zalim seslerinden başka bir şey değildi.

    DM:
    Seslerin içnide akla hayale sığmayacak büyüler, karşı durulamayacak emirler, ölümün kendisine yeğ tutulduğu tehditler vardı. Hepsi beraber Necros un üzerine yükleniyor, büyücünün zihninde karşı karşıya olduğu dehşetin ve tehlikenin gerçekliğini yaşatıyordu.

    DM:
    Necros laboratuvarının içine adeta kısılıp kalmıştı. Ritüel gerçekleşiyordu, güç tetiklenmişti. Geri dönüş yoktuÂ?

    DM:
    Laboratuarın içini kapkara sisler çevrelemeye başlamıştı şimdi. Sisler Necros un üzerine düştüğünde büyücü karanlıktan bile korkunç olan bu sislerin kendisini alacağını hissetmeye başlamıştı.

    DM:
    Sisler bir gölge gibi, yavaş yavaş tüm odayı kaplıyorlar, her yönden birleşerek hareket ediyorlardı. Koyu karanlık bir şeytanın devasa kanatları gibi iki yandan kıvrılarak Necros un üzerine çökmüştü.

    DM:
    Sonra alevlerin arasından sisleri yaran görüntüde zeminden tavana doğru yükselen kurukafalar görüldü.

    DM:
    yerde birikmiş ve tavana kadar uzanan bir çukuru çevreleyen kurukafalar bir bilye tanesinden dev bir ejderha kafatasına kadar çeşitli büyüklüklere sahipti

    DM:
    Laboratuvarın çatlamış zemini şimdi derinlik boyutuna sahipti, kurukafalar bu dipsiz çukurun görülebilen her noktasında vardılar.

    DM:
    Hepsi birden titriyorlar, ağızlarından vahşi ve tehdit dolu sesler, çığlıklar yükseliyordu. şimdi korku hat safhadaydı!

    DM:
    Pentagram şimdi kapkara bir lekeden başka birşey değildi, çukurdan yükselen alevler tavana kadar uzanıyordu, gürleyişiyle Necros laboratuvarın öte tarafına kadar uzaklaşmıştı

    DM:
    Ve çukurun içinde patlamaya benzeyen sesler duyuldu, sonsuz çığlıkları bastıran ve kulakları sağır eden bir patlama gibiydi bu, ve ardından gelen güçlü böğürtü

    DM:
    Yerin en dibinden gelen korkunç bir ses Necros un kulağında çınladı.

    DM:
    *Infernal* "Spellweaver!!!"

    DM:
    Alevler dipten gelen bir orkestra gibi hızlı hızlı gümbürdemekteydi.

    DM:
    Ve korkunç bekleyişin sonunda çukurun içinden dev bir şeytan ortaya çıkıverdi.

    DM:
    Kapkara boynuzları iki yandan dışarı doğru bükülmüş, tüm vücudu bir alev lerle yanan bir çukur şeytanı Necros un tam karşısındaydı.

    DM:
    Necros un görüşü şimdi iyice kısılmıştı, büyülü olduğuna inandığı bir karanlık her yana kapkara lekeler halinde saçılmıştı

    DM:
    Kızıl pullar o lekeli karanlığın içinden yer yer görülebiliyordu, dev bir kırbaç o esnada havada şakladı,

    DM:
    sonra şeytan ellerin içindeki kara alevi zorlayarak sıktı, tıpkı bir pandomim gibiydi bu

    DM:
    ve kara alevlerin içinden müthiş bir kılıç ortaya çıktı.

    DM:
    Zek'arab Büyü Konseyi'ndeydi! Ve tüm Necros u ölümcül formunun karşısına almıştı.

    DM:
    Çukur şeytanının boğazından vahşi ve kesin bir çığlık duyuldu, cehennem komutanı, Necros un üzerine doğru ağır ağır yürümeye başladı.

    DM:
    Bu esnada cehennem dilinde söylenen o sözler Necros un zihninde bildiği bir dilde anlamlandı.

    DM:
    *Spellweaver!!!*

    Necros:
    Korku.. Başbüyücü'nün, Baator'da geçirdiği zamanlarda alışkın olduğu korku. Alışkın, ama bağışık değil. Kadim çukur iblisinin çevresine yaydığı korku Necros'u sararken büyücü bir an eski bir dostun dokunuşunu hissetmiş gibi gülümsedi. Sonra gülümsemesi yerini dehşete bıraktı. Görünüşe göre Zek'arab geçen sürede daha da güçlenmişti. Sıradan ölümlülerin anlayamayacağı bir dilde kendisine seslenmişti çukur iblisi. Necros, hala hatırlandığını görünce sevindi. Ailesiyle uzun zaman müttefikti Zek'arab. Bunu bozmayı gerçekten isteyebilir miydi acaba? Necros hızlı bir şekilde cüppesinin altındaki Beş Başlı Ejderha madalyonunu çıkarttı ve elini, parmağındaki yüzük görülebilecek şekilde tuttu. Titremesine engel olamıyordu ama belki sesine hakim olabilirdi. "Evet, Ulu Zek'arab, Kan Ovaları'nın Efendisi, Kızıl Avernus'un Gözdesi. Seni ben çağırdım. Eski müttefiklerini unutmadığını görüyorum Ulu Zek'arab."

    DM:
    Cehennem komutanı öne doğru bir adım daha attı, Arkasında alevler gümbürderken, çukurun içinde oynaşan kızıl ışıklar onun kızıl pullarını görülebilir kılıyordu, 3 metrenin üzerinde boyuyla Zek'arab Necros un tam karşısındaydı, iki yana açılmış gölgemsi kanatları Necros a karanlıktan daha korkutucu gelmekteydi.

    DM:
    Necros muazzam korkuyu elindeki madalyonun manevi gücüyle atmaya çalışıyordu. Bu sırada zihninde başka bir söz daha yankılandı. Zek'arab ın ağzı açılıp ardındaki yüzlerce diş ortaya çıktığı an Necros zihninde şu sözleri duydu.

    DM:
    *Konuş ya da Çl!!!"

    DM:
    Ve Zek'arab Necros a doğru tehditkar bir adım daha attı...

    DM:
    Alevlerin içinden izleyen gözleri soğuk bir şekilde Necros u izliyordu, madalyonu ve yüzüğü de görmemiş değildi...

    Necros:
    Konuş yada öl? Tamam Necros'un korkusunun yersiz olmadığı anlaşılır olmuştu. "Sizi rahatsız etmemin nedenleri var Ulu Zek'arab. Sizi bazı potansiyel tehlikeler konusunda uyarmak istedim. Aynı zamanda sizinle eski anlaşmalarımızı yineleyip, yeni anlaşmalar yapmak. Siz de biliyorsunuz ki, hiçbir Spellweaver sizi Avernus'taki mühim işlerinizden sebepsiz yere çağırmaz Ulu Zek'arab. Zira sizin öfkenizin gücünü hepimiz biliriz."

    DM:
    Zek'arab beklemeye devam etti.

    DM:
    *Burasını betimle bana! Ve konuşmanı yarıda kesme asla !*

    Necros:
    Necros itaatkâr bir şekilde başını salladı. "Nasıl arzu ederseniz Kan Ovaları'nın Efendisi." Necros derin bir nefes aldı ve devam etti. "şu anda bulunduğum yere nasıl geldiğimi anlatsam iyi olacak. Sizin de bildiğiniz gibi Majesteleri Takhisis ve onun tanrı ailesindeki tanrılar, ne kadar geçtiğini tam kestiremediğim süre öncesinde yaratıcıları olan Kaos'a karşı Avernus'ta bir savaş verdiler. Savaş sonunda Majesteleri Takhisis ortadan kayboldu. Ben de onu aramaya başladım ama nerede olduğu benim bilgimin bile dışındaydı. Bir süre sonra Sigil'de karşılaştığım bir adam bana Yeminer isimli bir tanrının bilgisinin çok engin olduğunu ve Majesteleri'ni bulmama yardım edebileceğini söyledi. Ben de bu sebeple bu diyara geldim."

    Necros:
    Kısa bir sessizlikten sonra Necros devam etti.

    Necros:
    "Sizi çağırmadan az önce öğrendiğime göre burası Madde Boyutu'nda olmayan, yerini henüz tespit edemediğim bir boyuttaaki bir yarı boyutmuş. Bu yarı boyut, Madde Boyutu'na çok fazla benziyor. Bu yüzden ben bile buraya ilk geldiğimde Madde Boyutu'nde olduğumu düşünmüştüm. Bu diyar son derece önemsiz gibi görünüyor. Güçlü kimseler anlayabildiğim kadarıyla çok az. Ve dahası, diyar yok oluyormuş. Ben de bu sebeple burada fazla kalmaya niyetli değilim. Zaten aradığımı da bulamadım."

    Necros:
    "Ama malesef ki amacımı araştırırken bazı şeylere rastladım ve burada sizin için potansiyel bir tehlikenin yattığını düşündüm."

    Necros:
    "Tanar'ri!" dedi Başbüyücü zehir tükürürcesine. "Tanar'ri lordlarından birisinin bu diyarda tanrı gibi tapınıldığını fark ettim. Anladığım kadarıyla bu tanar'ri lordu, bu basit düzlemi ele geçirip buradaki ölümlülerin ruhlarını ordusu için toparlayacakmış. Sanırım ikimiz de bu ordunun ne için toparlandığını anlayabiliyoruz." Necros duraksadı. Sonra devam etti. "Tanar'r, lordları-her ne kadar sizin ve Dokuz Cehennem'in diğer efendileri kadar olmasa da-zekiler Kızıl Avernus'un Gözdesi, Ulu Zek'arab. Bu diyarın şu anda yok oluyor olmasından da bu lordun sorumlu olduğunu düşünüyorum. Anladığım kadarıyla bu yarı boyutu yok ederek ruhları tek hamlede toplayacak."

    Necros:
    "Ben bizzat görmesem de siz muhtemelen Lord Bel'in, Avernus ile ödüllendirildiği o büyük seferi hatırlarsınız. Lord Bel olmasaydı Baator'un çoğu düşerdi. Bugün bu tanar'ri lordunun da benzer bir şeye kalkışmadığını nereden bileceğiz?"

    Necros:
    "Bu tehlike henüz son aşamasına gelmedi. Sizin için sadece potansiyel bir tehdit. Onları durdurabilirsiniz. Ben de bu diyarda size yardım etmeye çalışacağım. Sizi çağırma sebeplerimden birisi buydu. Baatezu'nun gücünü talep ediyorum sizden. Bana ihtiyacım olduğunda belli sayıda baatezu'nun yardım etmesine ihtiyacım olacak Ulu Zek'arab. Sizden bu gücü istiyorum. Sizi çağırma sebeplerimden birisi buydu."

    Necros:
    "şimdi eğer arzu ederseniz bu konu üzerinde konuşabiliriz. Eğer isterseniz diğer sebepleri de sıralayabilirim." Necros sessizliğe gömülüp Zek'arab'ın cevabını bekledi.

    DM:
    Zek'arab söylenenleri en ince ayrıntısına kadar dinledi. Bu sırada zehir gibi işleyen zekası her bir kelimenin ne anlama geldiğini, ne için söylendiğini kavrıyordu. Necros un kısıtlı zekası Zek'arab ın muazzam zihninin altında ezilmiş, tozlar halinde dağılmıştı.

    DM:
    *Bir Tanar'ri sikilmişi...Onun kim olduğunu söyle bana...*

    DM:
    Zek'arab ın gözünde, bahsigeçen Tanar'ri Kan Ovalarında hiç yürümemiş olsagerekti...

    Necros:
    Necros derin bir soluk alıp ismi hatırlamaya çalıştı. "Bu diyarda kendisine Apocalypse adını vermiş Ulu Zek'arab. Gerçek adıyla ilgili bilgim yok malesef. Kendisinin buradaki varlığıyla ilgili çok az şey okuyabildim malesef. Bunları öğrendiğim tanrının tapınağından kısa süre sonra ayrılmak zorunda bırakıldım. Anladığım kadarıyla bu tanar'ri lordunun kendisine ait-bu diyardaki ölümlüler için kuvvetli-bir grup elit inanaı var. Kendilerine Kaos Lejyonu yada ona benzer bir isim takmışlar."

    DM:
    Zek'arab Spellweaver ı dinlemeye devam ediyordu. Düşmekte olan bir düzlemi tamamiyle ele geçirmeye çalışan ve düzlem üzerinde yaşayan canlıları önce yokederek kendi ordusuna katmak isteyen bir Tanar'ri den bahsediliyordu.

    DM:
    NOT:
    Bluff Check:
    Necros: 9+3=12

    Sense motive:
    Zek'arab: 29+7=36

    DM:
    Zek'arab Necros a bir adım daha yaklaştı...Demin elinde tuttuğu ve alevlerin içinden ortaya çıkmış kılıç şimdi ortalıkta yoktu.

    DM:
    Zek'arab pençeli devasa elleriyle Necros u tek hamlede yakaladı.

    DM:
    Alevlerin üzerinde dolandığı elleri Necros un cüppesini yakıp yırtarak göğsünden büyücüyü kavradı

    DM:
    Sonra Zek'arab ın ağzından çıkan sözcükler yeniden Necros'un zihninde anlamlandı.

    DM:
    *Benimle geliyorsun Spellweaver!!!*

    DM:
    Necros un bedeni alevlerin verdiği acı ile yanmaktayken Çukur şeytanı onu pentagramın ortasındaki çukurun içine doğru yöneldi.

    DM:
    Necros alevlerin içindeydi şimdi, tüm giysileri alevlerin etkisiyle yanıp kül olmuş, büyücü şeytanın alevlerle boğulmuş kapkara ellerinin içinde çırpınır vaziyetteydi.

    DM:
    Sonra Zek'arab çukurun içine dalışa geçti, Necros neler döndüğüne anlam verememişti. Zek'arab ın düşündüklerini anlayabilmek onun için imkansızdı. Tüm vücudu alevlerle dağlanırken vahşi çığlıklara kendisininki de eklenmişti.

    DM:
    Zek'arab Necros' u Avernus un Kan Ovalarına götürmek üzere pentagramın içinde oluşmuş çukura girdi...

    DM:
    --------------------Kısım 1 Burada Sona Eriyor--------------------

    _________________
    Bu kullanıcı siteden ayrılan fakat forum düzeni açısından mesajlarının durması gereken kullanıcılar için ayrılmıÅ?tır. Kullanıcı kesinlikle yoktur. Sorumluluk ve yükümlülükleri site yönetimindedir
    Back to top View user's profileSend private message
    Eldarin_






    Joined: Dec 20, 2006
    Posts: -27
    Location: Yolcu

    PostPosted: Tue Feb 14, 2006 8:47 pm Reply with quoteBack to top

    --------------------Kısım 2 Başlangıcı--------------------

    Necros Spellweaver'ın Avernus'ta Yaşadıkları

    DM:
    Zek'arab Necros'un cılız bedenini alarak çukurun içine dalışa geçmişti.

    DM:
    Necros avazı çıktığınca haykırıyor, alevlerin içinde dağlanan bedeni ile muazzam bir acı çekiyordu.

    DM:
    Binlerce kafatası her yanını çevrelemişti,

    DM:
    Sabitlendikleri yerde titriyorlardı ve gaddar fısıltıları Necros un üzerindeydi.

    DM:
    Alevlerin içine müthiş dalışın ardından boyut kavramı bir anda değişti. Kırılan boyutsal mana yerini boyutsuzluğa ve zamansızlığa bıraktı. Bu sonsuzluktan başka bir şey değildi, belki de hiçlik. Çünkü bu noktada hissedilebilecek hiçbir şey yoktu.

    DM:
    Geçitten geçişin ardından ikili tekrar yeni boyutun üzerinde kendilerini buldular. Burası kan ve günah ile kutsanmış, saf kötülüğün kovuğuydu.

    DM:
    Düşülen nokta Styx nehrine oldukça yakındı ve Zek!arab'ın komutanlığını yaptığı lejyonda buradaydı. Burası 'Kan Ovaları'ydı. Kan Savaşının en acımasız haliyle ezelden beri devam ettiği savaş alanı...

    DM:
    Zek'arab ın boğazından manasız bir böğürtü duyuldu. Sonra pençelerinin arasındaki Necros u hemen ilerisindeki balçık alana bırakıverdi. Bir buçuk metre kadar yüksekten düşen büyücü ıslak ama sıcak olan bu zeminde çırılçıplak vaziyetteydi şimdi.

    DM:
    Az sonra kendine gelebilecekti. Bunu sağlayan ise kesik kan kokusundan başka bir şey değildi. Kan ile sıvanmış topraklarda yatıyordu çünkü... Avernus'un Kan Ovalarında...

    Necros:
    Necros yavaşça gözlerini açtı. Kızıl bir gök, kızıl bir yer, işkence gören ruhların ızdırap çığlıkları ve ölüm ve kan kokan bir hava. Evet, hiç şüphe yok ki Necros Avernus'taydı. Yavaşça doğruldu ve önüne baktı. Cüppesinin önü, çukur iblisinin pençesiyle parçalanmıştı. Yaralı olup olmadığını anlayamıyordu bile. Zaten her tarafı sızlıyordu. Boynunu ovuşturarak çevresine bakınıp tam olarak bulunduğu yeri anlamaya çalıştı. Zek'arab onu buraya bırakıp gitmiş olamazdı herhalde.

    DM:
    NOT: şimdi insiyatif Necros'tadır. Bahsi geçen sürenin geçtiğini varsayıyorum. Zek'arab hemen 5-10 metre önünde...

    DM:
    Çukur şeytanı Necros un hemen ilerisindeydi. Olduğu yerde bekliyordu ve kısa translara giriyordu. Bunun muhtemel sebepleri olabilirdi...

    Necros:
    Zek'arab ile çarpışmak düşünülemezdi. Belki yenebilirdi onu ama bu bile büyük bir şans gerektirirdi. Dahası, onu yenebilse bile onun adamları vardı. Ayrıca çukur iblisini yenip elinden kurtulsa bile onu kuleye geri götürebilecek bir büyüsü yoktu. Evet, Necros o yarıboyuttan kurtulmak istiyordu zaten; ama bu şekilde değil. Yavaşça ayağa kalktı Başbüyücü ve Zek'arab'a baktı. Aptal numarası mı yapmalıydı? Yoksa anlaşmaya mı çalışmalıydı? "Beni buraya neden getirdiğinizi sorabilir miyim, Ulu Zek'arab?"

    DM:
    Zek'arab transtan çıktı. Spellweaver kendisine gelmişti. Zalim yüzünü ona çevirdi. Sonra kalın ve güçlü ses tonu yeniden Necros un zihninde anlamlanmaya başladı. *Burada olmasan, yokolmakta olan bir düzlemde nasıl hayatta kalmayı düşünüyordun Spellweaver*

    DM:
    *Söylediklerini dinleyip bu konuda bir karar vermem için sahip olduğun bazı şeylerden feragat etmelisin. Bunun senin için basit bir fedakarlık olduğunu unutmamalısın...Daha büyüklerinin daha azı için kendi iradeleri ile feda edenleri gördüm çünkü*

    DM:
    *Söylediklerini dinleyip bu konuda bir karar vermem için, sahip olduğun bazı şeylerden feragat etmelisin. Bunun, senin için basit bir fedakarlık olduğunu unutmamalısın...Daha büyük fedakarlıkları, daha azı için kendi iradeleri ile feda edenleri de gördüm çünkü*

    Necros:
    Necros, Zek'arab'ın önünde hafifçe reverans yaptı. "Haşmetmeapları beni oradan kurtararak onurlandırıyorlar. Peki benden istediğiniz fedakârlık nedir Ulu Zek'arab?"

    DM:
    Zek'arab reverans yapan büyücüye garip bir bakış attı. Sonra devam etti; *Bazıları için pek değersiz, bazıları için ise hayat amacı. Senin gözünde nedir bilmem bilginin ve taraf olmanın anlamı*

    DM:
    *Fazla soru sormak fikrinden feragat ederek buna başlayabilirsin. şimdi benimle Hisara geliyorsun*

    DM:
    Zek'arab bunları söylerken Hemen 100 metre kadar ilerilerinde bir Hamatula birliği belirivermişti.

    Necros:
    Necros iç çekti. Sükûnet belli ki burada daha çok işine yarayacaktı. Başını salladı.

    DM:
    Birlik Kudretli Zek'arab'ı ileride gördükten sonra kendi aralarında kısa bir diyalog yaşadılar, ardından o tarafa doğru yöneldiler. Başlarında bulunan Cornugon daha önden ilerlemekteydi. Diğerlerinin komutanı olduğu her halinden belliydi.

    DM:
    Zek'arab birliği gördükten sonra önden gelen cornugon a odaklandı. Cornugon durdu, birşeyler dinler gibi bekledi. Sonra başını sallayarak cehennem dilinde haykıra haykıra haykıra birşeyler söyledi. Bunun hemen sonrasında Zek'arab teleport olarak ortadan kayboldu...

    DM:
    şimdi Necros bir grup Hamatula ve başlarındaki Cornugon ile başbaşaydı.

    DM: 3 metrenin üzerinde boyu ile Cornugon tam bir savaş makinesiydi. Kısa boynuzları ve kızıl pullarla bezenmiş devasa kanatları olan, yine kızıl bedeninin her yanından belirgin bir şekilde gelişmiş bir kas yapısına sahipti. Cornugon un kemiksi ellerinin birinde her yanından dikenler fışkıran bir kırbaç vardı ve kambursu bir yürüyüşle NecrosÂ? a yaklaşıyordu.

    DM:
    Bu yürüyüşü ile Necros, Cornugon un başının gerisinden başlayarak omurları boyunca devam eden ve kuyruğuna inen dikensi kemik çıkıntıları görebiliyordu. Dışarıdan bakıldığında aptal bir yaratık gibi görünüyordu fakat bu asla gerçek manzaraya işaret edemezdiÂ?

    DM:
    Cornugon Necros a 10 metre kadar yaklaştıktan sonra durdu. "Haşmetli Zek'arab Efendimiz bizimle beraber Büyük Hisara gelmenizi emretti."

    Necros:
    Kaçmak. Bu tehlike ve bilinmezlik dolu anda ne de umutsuz bir çözümdü. Nereye kaçabilirdi ki? Necros acı acı gülümsedi. "Beni Hisar'a götürün." dedi yavaşça.

    DM: Bu esnada Hamatula grubu da Cornugon a yaklaşmıştı. Aralarından çıkan bir Hamatula Cornugon a yaklaştı.
    "Efendim Hisara kaç seferde gideceğiz?"

    DM:
    Cornugon bunun üzerine Necros' a döndü ve baktı...

    Necros:
    Necros cornugon'un yaydığı korku el verdikçe, onun bakışlarına karşılık verdi. Kaç seferle neyi kastediyorlardı? Fazla olan zekası yüzünden beyninde manyak manyak teoriler dolaşıyordu. Bulunduğu duruma soğukkanlı yaklaşmak biraz zordu. "Evet? Sorun ne?" diye sordu Necros.

    DM:
    Cornugon başını ileri doğru sürdü. "Zek'arab bize seni Hisara getirmemizi söyledi. Ama kaç seferde... Bunu bilmiyorum... Sen teleport olamazsın... O halde yürüyerek ilerleyeceğiz..."

    DM: Sonra belindeki keselerden bir yüzük çıkardı, Necros' a uzattı. "Bunu tak. Haşmetli Zek'arab'ın emri." ve yüzüğü Necros' a uzattı.

    Necros:
    Necros yüzüğü dikkatle aldı ama avucunda tuttu. "Ne için bu?" diye sordu Başbüyücü.

    DM:
    "Güvenlik. Bu kadarını bilmen yeterlidir." dedi Cornugon. Sesi gıcıklanmış gibi boğazından geliyordu...

    Necros:
    Necros avucundaki yüzüğe dikkatli bir şekilde baktı. Takması çok riskliydi. Onu köleleştirebilirdi, lanetleyebilirdi, iğrenç bir yaratığa çevirebilirdi, büyü yapmasını engelleyebilirdi. Yada sadece diğer baatezular arasından güvenli geçiş sağlayacak bir yüzük olabilirdi. İçindeki büyünün ne olduğunu elbette anlayabilirdi; ama eğer kötü bir şeyse karşısındaki askerler zaten yeterince büyük bir tehlikeydi.

    Necros:
    Yapacağı her hamle bir kumar olacaktı. Bir anlığına karar veremeyen Necros kaşlarını çattı. Havaya tek bir rün çizdi ve bunu seslendirdi. Ardından da yüzüğe yoğunlaşmaya başladı. (Detect Magic)

    DM:
    Necros büyüsünü yaparken onu izlemekte olan Cornugon, adım adım yaklaşmaya başlamıştı. Tehditkar bir şekilde üzerine yürürken Necros konsantrasyonunu sürdürüyordu. Cornugon yanına geldiğinde elini NecrosÂ?un omzuna koyup onu sertçe sarstı. Â?Gitme vakti.Â?

    DM:
    NecrosÂ?un konsantrasyonu dağılmıştı, ama o bir şeyler öğrenmeden değil.

    DM:
    Yüzük, bir divination aurasıyla parlıyordu.

    Necros:
    Necros yüzüğü parmağına geçirirken başını sallayarak onayladı. Â?Pekala, gidelim.Â?

    DM:
    Cornugon kıpırdamadı. İfadesizce yüzüğe, ardından NecrosÂ?a baktı. Â?Nasıl gideceğiz?Â?

    Necros:
    Necros çileden çıkmış bir halde burnundan soludu. Â?Az önce yürüyerek gideceğimizi sen söyledin ya!Â?

    DM:
    Cornugon omuzlarını silkti ve NecrosÂ?un eşliğinde birlik yürüyüşe geçti. AvernusÂ?un engin kızıllığında sonu gelmek bilmez bir yürüyüş gibiydi bu. Çevrede kızıl tepeler göze çarpanken zaman zaman devriye gezen Barbazu lejyonlarıyla da karşılaşmışlardı.

    DM:
    Yaklaşık bir saatlik yürüyüşün ardından, fokurdayan ve ağır dumanlar çıkartan bir çizgi gördü uzakta Necros: Çlümcül Styx Nehri. Yayılan duman, akıntının ne olduğunu gizliyordu, ama yine de yaydığı sıcaklık sayesinde ne olduğu tahmin edilebilirdi.

    DM:
    Birlik, Styx NehriÂ?nin kıyısında durdu. Hamatulalar CornugonÂ?a bakarken, Cornugon NecrosÂ?u tepeden tırnağa süzüyordu. Â?Sen karşıya atlayamazsın.Â?

    Necros:
    Necros alayla dudak büktü. Yerin dibine geçirircesine CornugonÂ?a baktı. Â?Ne doğru bir tespit. Tebrik ederim.Â?

    DM:
    Cornugon canı sıkılmış bir şekilde NecrosÂ?a bakarken, Hamatulalar karşı kıyıya teleport olmaya başlamışlardı bile. Â?Mecburen beraber geçeceğiz.Â? dedi Cornugon.

    Necros:
    Bu sefer Necros CornugonÂ?u inceliyordu. Acaba onu ve kendisini efektif bir şekilde taşıyabilir miydi? CornugonÂ?un güçlü kaslarına bakıldığında hiç de düşük bir olasılık değildi. Ama yine de Başbüyücü şüphe içerisindeydi. Â?Pekala. Çyle olsun bakalım.Â? diyen Necros, CornugonÂ?a sıkı sıkı sarıldı.

    DM:
    Cornugon dev bedenini önce geriye doğru çekti. Sonra nehre doğru yatayda belli bir açı oluşturacak şekilde yaklaşmaya başladı. Sırtındaki Necros onun kalkış ve manevra kabiliyetini azaltacak gibi duruyordu.

    DM:
    Sonra hızla ilerlemeye başladı, bunu yaparken kanatlarını olağanüstü bir güçle çırpmaya başlamıştı. Dev kemikler ve bu kemikleri saran deri bir kayış gibi hızla ileri geri hareket etmekteydi.

    DM:
    Ve ikili nehre oldukça yakın bir pozisyona geldiklerinde cornugon havaya doğru yükseldi. Yükselmeye başladığı anda daha da güçlü kanat çırpmaya başladı. Daha güçlü, daha güçlü. Dev beden Necros ile beraber havada yeterli manevra kabiliyetine sahip olmasa da durmayı ve ilerlemeyi başarabiliyordu.

    DM:
    Fazla zaman geçmeden ikili nehrin öte tarafına geçmeyi başarmışlardı. Hamatula birliği de ikiliyi orada bekliyordu. Başarılı bir uçuşun ardından Styx nehrinin öbür tarafına geçiş başarılı oldu.

    DM:
    Sonra nizam bozulmadan ilerleyiş devam etti. Yol üzerinde birkaç kez nereden geldiği belli olmayan alev topların ölümcül saldırıları ile karşılaşsalarda bunları atlatmayı kolayca başarmışlardı. Necros un sonradan farkettiği üzere bu alev topları, yarılmış toprağın içinden çıkmaktaydı. Bu toprakların altında dev bir volkan besleniyordu sanki. Bunun dışavurumu ise çok daha ölümcüldü.

    DM:
    3 saatin üzerinde bir zaman geçtikten sonra birlik lejyonuna varmıştı. Kutsal Olmayan Hisar bu lejyonun kışlasıydı. Kızıl surlar lejyonu çevrelemişti. Hisar ise tüm yönleri görebilecek bir pozisyondaydı. Batıya doğru belli bir açı ile bakmaktaydı ve bu açı onlara savaş esnasında belli bir avantaj kazandırıyor olmalıydı. Bununda belli dayanakları vardı elbette.

    DM:
    cornugon hisara yaklaştıklarında başka bir birliğin hisardan çıkarak kendilerine doğru yaklaştıklarını gördü. Onlara rapor vermek üzere yanlarına teleport oldu. Hisardan çıkan birlik ile aralarında geçen uzun diyaloğun ardından Hamatula birliğine büyücüyle beraber gelmeleri işaretini verdi. Böylece birlik hisara girmiş oldu.

    DM:
    surların altından geçerken Necros bu yapınında en az Sigilde gördükleri kadar muhteşem olduğunu farketmişti. Ama burada herşey çok daha düzenliydi. Müthiş bir geometri ve surlar arasında dizilim sözkonusuydu.

    DM:
    Hamatula birliği Necros'tan ayrılırken cornugon büyücüyle beraber hisarın içine girdi. Hisarın içersinde de yarım saat süren ilerleyişin ardından Necros burada bırakılmak üzere bir odaya kondu.

    DM:
    cornugon ayrılmadan önce Necros' yine sert ve emredici tonuyla şunları söylemişti.;
    "Bir süre burada bekleyeceksin. Seninle konuşmak üzere buraya gelenler olacak. Parmağındaki yüzük ise senin yaptıklarını bize iletecektir."

    DM:
    Ve devamını getirmeden pekte büyük olmayan odadan dışarı çıktı. şimdi Necros yalnızdı, ve müthiş derecede yorgun.


    ----------------------Kısım 2 Burada Sona Eriyor----------------------

    _________________
    Bu kullanıcı siteden ayrılan fakat forum düzeni açısından mesajlarının durması gereken kullanıcılar için ayrılmıÅ?tır. Kullanıcı kesinlikle yoktur. Sorumluluk ve yükümlülükleri site yönetimindedir
    Back to top View user's profileSend private message
    Eldarin_






    Joined: Dec 20, 2006
    Posts: -27
    Location: Yolcu

    PostPosted: Tue Feb 14, 2006 8:48 pm Reply with quoteBack to top

    ----------------------Kısım 3 Başlangıcı-------------------------


    Necros SpellweaverÂ?ın ZekÂ?Arab ile Arasında Geçenler

    DM:
    Necros'un konulduğu yer 5 metreye 3 metrelik bir hücreden ibaretti. Duvarlara daha önce hiç görmediği bir taş sırası dizilmiş, yer yer bu taşlar burgulu demirlerle desteklenmişti. Ortamı aydınlatacak hiçbirşey yoktu ve Necros'un burnuna gelen kokular hiçte iç açıcı değildi. Bulundupu ortam pekte itibarlı sayılmazdı.

    Necros:
    Necros stresliydi. Normalde odayı arşınlar dururdu. Ama yolculuk onu o kadar yıpratmıştı ki yere çömeldi ve sırtını duvara yasladı. Avernus'ta bir hücrede... Ailesinden bunu duyan olsa ne derlerdi acaba? Büyükbabasının tepkisini düşünen Necros uzun zamandan beri ilk defa içtenlikle gülümsedi. Burnunu tıkayarak beklemeye devam etti.

    DM:
    Necros uzunca bir süre hücrenin içinde bekleyekaldı. Ne gelen vardı ne de giden. Ses bile yoktu ortamda. Sadece kendi ince soluğunu duyabiliyordu fakat bu da onda etrafta birilerinin olduğuna dair bir heyecan yaratmamaktaydı. Necros'un bekleyişi saatleri aldı, çıldırması an meselesiydi.

    DM:
    Tüm bunlar olurken, Necros'un hücreye tıkılmasından 2 saatten fazla zaman geçmişti ki Necros tekrar birilerinin önündeki görünmez koridorda yürüyor olduğunu farketti. Apansız yürüyüş Necros'un zihnini bulandırıyordu sanki, çünkü seslerin tamamı hiçbir yere sapmaksızın Necros'un kulağına doluyordu. Bunun yanında Necros, sesleri gerçekten duyup duymadığından da emin değildi.

    Necros:
    "Galiba deliriyorum." Mırıldanmaya çalışmıştı ama sesinin ölçüsünü biraz fazla kaçırmıştı. Necros irkildi. Boş boş parmağındaki yüzüğü çevirdi, Zek'arab'ın emriyle taktığı yüzüğü. Sonra gözlerini kapıya dikti. Eğer gerçekten gelen varsa nasıl olsa ortaya çıkarlardı.

    DM:
    Çınlayan ses Necros'un saatlerdir başkalarına ait hiç ses duymamış kulaklarında bir süre daha çınlamaya devam etti. Necros sesin varlığını idrak etmeye uğraşırken zindanın kapısının önüne birisi gelmişti. Zifiri karanlıkta çok hafif bir şekilde parlamakta olan biriydi bu. Çzerindeki sayısız konstrüksiyon bu ince parlaklığın kaynağı sayılabilirdi. Her biri yere bir yığın halinde çökmüş ve her adımda ortalığı çınlatıyordu. Necros adamı bir anda karşısında önce irkildi. Karşısında biri vardı...

    DM:
    "Spellweaver! Kalk ayağa!!!" diye gürledi ses. Boğuk ses tonu onunla ortak ilde konuşmuştu, yine dost canlısı olduğu söylenemezdi.

    Necros:
    Necros irkilmesini bastırabildiği zaman ayağa fırladı. Kimin geldiği konusunda fikri yoktu. Dahası, gelenin niyeti konusunda da fikri yoktu. Ama bekletildiği yer düşünülürse kendisi için iyi bir amaç güttüğü pek söylenemezdi. "Evet?" diye sordu Başbüyücü, gergin bekleyiş yüzünden siniri bozularak.

    DM:
    şeytanın her vücut hareketinde üzerindeki demir parçaları tüm koridoru inleten seslere sebebiyet vermekteydi. "Benimle geliyorsun! Generalin yanına gideceğiz!"

    DM:
    Sonra insanımsı parmakları geniş ve bir o kadar uzun kilid kaydı, önce bir büyünün sözlerini mırıldandı, ardından elindeki kilit ile hücrenin girişini tutan kapıyı açtı. Güçlü ve diri görünümüyle bu şeytan için bile oldukça zor bir hareket sayılabilirdi. şimdi kapı Necros'un önünde açıktı. Karşısındaki şeytan ise onu beklemekteydi...

    Necros:
    Necros birkaç saniye orada durdu. Çstüne başına çeki düzen verdi. Kimsenin karşısına rezil bir halde çıkmayacaktı. O bir Sigil aristokratıydı, ve karşılarına aristokrat gibi çıkacaktı. En sonunda omuzlarını kaldırıp başını geriye atan Necros, lütfedercesine ileri bir adım attı ve "Gidelim." demekle yetindi.

    DM:
    Kyton Necros'u önüne kattı ve dar, burgulu kalın demirlerin her yanı çevrelediği koridordan ilerlemeye başladılar. şimdi gittikleri yol, geldikleri yoldan farklıydı. Çnce sağa dönmüşler, dar girişi olan bir kapıdan çıkmışlar ve dar ve dik merdivenlerin dakikalarca devam ettiği bir ek pasajdan ilerlemişlerdi. Merdivenler sona erdiğinde bu sefer daha karmaşık görünen bir yol dizisine girmişler, sonunda ana hollerden birine bağlanarak hisarın üst katlarına doğru ilerlemeye devam etmişlerdi. Her katta çeşitli şeytan muhafızları göze çarpmaktaydı. Yanyana nöbet tutan muhafızların hemen hemen hepsi farklı şeytanlardı. Necros'un yanında ilerleyen Kyton ise onlardan daha üst rütbeli olsagerekki, onu gördüklerinde saygıyla selam veriyorlardı...

    DM:
    Necros ve Kyton hisarın en üst noktalarından birine çıktıklarında buranın daha çok sayıda asker tarafından korunuyor olduğunu görüyordu. Alt katlarda gördüğü askerlerden ziyade şimdi gördüğü askerler zırhlanmıştı ve diğerlerine göre daha üst rütbeye sahip oldukları dışarıdan dahi anlaşılabiliyordu. Upuzun koridorların dev hollerle bağlandığı bu son katta Necros'un en son durduğu yer kapkara demirlerden kirişlerin desteklediği devasa bir kapıydı. Kapının üzerine işlenmiş bir sembol ve cehennem dilinde işlenmiş bir rünler dizisi vardı.

    DM:
    kapkara sembolün üzerinde birisi yukarı birisi aşağı bakan iki üçgen, bu iki üçgenin ortasında da etrafına alevler saçan kırbaçlı bir şeytan figürü vardı.

    DM:
    Kyton kapının üzerindeki rünlerin bir kısmını okudu, Ardından içeriye işaret yollaması için yanındaki muhafızlara kendisini tanıttı. Dış kapıdaki muhafızlardan ikisi kapıdan ayrıldılar. Bunun olmasından bir süre sonra kapılar iki yandan dışa doğru açılmaya başladı. Çnce sarsılan giriş Necros'un altındaki zemini titreterek açılırken karşıda dev bir hol yavaş yavaş görünmeye başladı. "General içeride sizi bekliyor!" diyen Kyton Necros'un yanından ayrıldı.

    DM:
    şimdi Necros yalnızdı, açılan kapılar sıcak ortama buram buram yanmış et kokusu ile beraber daha yüksek derecede sıcaklık yaymaktaydı... Ve birazdan, kapılar tamamiyle açılmıştı...

    Necros:
    Necros olduğu yerde durup kapılara ve ardına baktı. Sonra boynundaki madalyonu ve parmağındaki kendi yüzüğünü kontrol etti. Eğer burada anlaşmayı başaramazsa... Hayır, bunu düşünmese daha iyi olurdu. Necros kararlı bir şekilde kapılardan geçti.

    DM:
    kapılardan geçen Necros doğruca karşısındaki geniş yolda yürümeye başladı. Sağlı sollu genişleyen yol 30 metrenin üzerinde genişliğe sahip bir hole açılıyordu, Hol demirden sütunlarla desteklenmekteydi ve sağlı sollu emr birlikleri göze çarpıyordu. Holün tavanı 10 metre kadar y

    DM:
    üksekteydi ve tepeden sarkan kapkalın zincirler, işkence aletleri rahatlıkla göze çarpıyordu.

    DM:
    Holün sonunda ise dev b

    DM:
    bir taht gözler önündeydi. 5 metre kadar yükselmiş geri kısmı kapkara demirden bir konstrüksiyon bir taç gibi tepeye doğru yükselmekteydi. Tahtın altında yüzlerce kemik birikmişti ve kemiklerin içinden akan ve nereden geldiği belirsiz kan birikintisi holün iki yanına dağılarak yoluna devam etmekteydi. Tahtın üzerinde ise dev bir Çukur şeytanı vardı. Kutsal olmayan Hisarın Generali...

    DM:
    "Yaklaş Spellweaver..." dediği duyuldu generalin. Ses sanki kimseye ait değilmişte odanın her yanında yankı bulmuş gibiydi. o derece koyu ve karşıdakini ürpeten...

    DM:
    Necros un karşısında koyu kızıl renkte her yanından kan benzeri sıvılar akan pullu dev bir yaratık vardı. Tahtının yanında ekzotik dev bir kılıç öne doğru uzanmaktaydı ve Çukur İblisinin yüzü görülemeyecek derecede deforme haldeydi.

    DM:
    Spellweaver yaklaşırken Dev şeytanda tahttan kalkarak boyutlarına göre oldukça atletik sayılabilecek bir hareketle ileri doğru sıçradı. Kılıcını tahtın kenarında bırakırken karşısındaki cılız büyücüye doğru yaklaştı. "Bana kendini tanıt..." dedi sonrasında. Ses yine onun boğazından çıkmıştı ve bu kişi üzerine gerçekten muazzam bir ürperti yayıyordu. Necros iliklerinden yukarı taşınan sıcaklığı o an hissetmişti...

    Necros:
    Necros titremesine hakim olmaya çalıştı. elini yumruk yaparak çukur iblisine doğru kaldırdı ve yüzüğü görmesini sağladı. "Ben Necros Spellweaver'ım, Ulu Zek'arab. Size daha önce de söylediğim gibi, ailem birkaç nesildir sizle anlaşmalıydı. En azından Spellweaver adını hatırladığınızı düşünüyorum."

    DM:
    "Seni tanıyorum Spellweaver" dedi aynı boğuk ses. "Buradasın çünkü bana söylediklerinin doğruluğunu kanıtlayacaksın. Doğrudan ya da dolaylı" ve sözlerin devamında bir hırıltı saniyelerce sürdü...

    DM:
    "şimdi büyülü küreye yaklaş...Orada gördüklerini bana da göster..."

    DM:
    Necros hemen sağında geniş ve demirden bir masa görmekteydi. Masanın üzerinde zifiri renkte bir küre görülebiliyordu.

    Necros:
    Necros bir küreye bir de çukur iblisine baktı. Onlara anlaşma yapmadıkları müddetçe güven olmazdı. Onu reddetmeyi deneyebilirdi, ama burada kartlar onun elindeydi. Onun oyununu oynamak zorundaydı. "Emrettiğiniz gibi Ulu Zek'arab." diyerek Necros küreye doğru ilerledi.

    DM:
    "Küre ile geldiğin yerlerde olan bitenleri göreceksin, sadece göreceksin..."

    Necros:
    Necros tek kaşını kaldırarak çukur iblisini süzdü. Sonra dönüp küreye baktı ve izledi.

    DM:
    küreye baktığında onun kapkara suretinden başka birşey göremiyordu.

    Necros:
    Necros küreye bakarak öylece kaldı. Hiçbir şey yoktu. Sadece karanlık. İhtimaller Necros'un zihninde hızla akıp geçiyordu. Küreye dokunmuş olması gerekebilirdi, küreyi çalıştıracak sözcüğü söylememiş olabilirdi, yada sadece iddiası gerçek olmadığı için bu konuda hiçbir şey görmemiş olabilirdi. Bir şeyler görmüş gibi numara yapabilirdi, ama çukur iblisinin bu numarayı yutacağını pek sanmıyordu. En sonunda çukur iblisine baktı Necros "Küreyi çalıştırmak için özel bir sözcük mü var acaba Ulu Zek'arab?"

    DM:
    "Sadece küreye odaklan büyücü. İçinden akıp geçenleri görmeyi dene..."

    Necros:
    Necros tekrar küreye döndü. Bu sefer iradesini küreye odakladı. Bir şeylerin çıkması için dua etti. Eğer çıkmamaya devam ederse bu sefer hayalinde bir şeyler yaratıp bunları kürede çıkartmaya çalışacaktı.

    DM:
    Necros göz temasının ardından küreye odaklandıktan sonra uzunca bir süre bekleyekaldı. Gözleri saniyelerce açık kalmasından ötürü teması kurmakta zorlanıyordu ve sık sık büyücü gözlerini kaptma ihtiyacı hissediyordu. Birkaç dakika temas devam ettikten sonra büyücü gözkapaklarını gözlerinin üzerine azıcıkta olsa örtmek istedi. Gözlerini kapatarak göz kontağını kestiği anda ise görmeye başladı...

    DM:
    Necros diyarı görüyordu. Tüm kozmos içersinde minik bir toz tanesinden farksız... Yaklaştıkça büyüyen ve formunu koruyan bir gökada... Zaman kavramı bilinenin ötesindeydi...

    DM:
    Ve görmek istedikleri şimdi Necros'un gözünden esirgenmiyordu...

    Necros:
    Necros zihnini diyar üzerinde gezdirmeye başladı. Diyarı pek bilmiyordu. Nerelerde bulunmuştu? Minik bir kasaba, Büyücülük Kulesi ve Yeminer Tapınağı. Zihnini öncelikle Kule'deki odasına yönlendirdi. Odada hala sağ kalan çocuklar vardı. Çukur iblisinin onları da kendisiyle birlikte alıp almadığını merak etti. Eğer almışsa bu, çukur iblisini memnun kılabilecek bir armağan olabilirdi belki de.

    DM:
    Büyücünün gözü konsey üzerine düşüp kendi odasını izlediğinde odasının tamamiyle harap ve bitap düşmüş olduğunu gördü. odanın heryanı dağılmış bir odadan başka herşeye benzer olmuştu. Ve odayı incelemeye devam ettiği sırada kuleninde kendisini izlemekte olduğu düşüncesi Necros'un aklında soru işareti bıraktı...

    Necros:
    Kule'nin bilinçli bir varlık olabileceği ihtimalini Necros daha önceden düşünmüştü, ama boyutlararası bir izlemeyi fark edebileceğini hiç aklına getirmemişti. Kule gerçekten güçlüydü. Peki ya o çocuklar neredeydi? Gerçi Zek'arab onları almamışsa bile bu odanın durumunda çocuklar çoktan ölmüş olmalıydı.

    DM:
    Odasına daha dikkatli baktığında çocukların hala bıraktığı yerde olduklarını gördü...

    Necros:
    Necros dudaklarını büktü. Zek'arab'a bundan bahsetmeyi unutmamalıydı. Onların ruhlarını pazarlıkta öne sürebilirdi. Zihnini Kule'den dışarıya çekti Başbüyücü. Bir an aklına çocukların aileleri geldi. Onlara çocukları sirenlere karşı eğitip onları koruyacak şarkılar öğretmek bahanesini söylemişti ve çocuklarla Kule'ye dönmüştü. Aileler henüz hiçbir şeyin farkına varmamış olmalılardı. Fazla zaman geçmemişti. Ama aşığını öldürdüğü sirenin intikam hareketinden şüpheleniyordu. Zihnini ismini bile hatırlayamadığı o küçük kasabaya yönlendirdi.

    DM:
    Gözler kasabayı görmek üzere hareketlendi. Kulenin görüntüsü bulanırken yerine yavaş yavaş kafasında tasvirlediği kasaba oluştu...

    DM:
    Kasaba boştu, bomboş...

    Necros:
    Demek gitmişlerdi. Zaten kasabanın durumu pek iç açıcı değildi, ama o garip alet düşkünü insanların daha uzun süre direnebileceklerini düşünmüştü. Necros elinde olmadan sırıttı. Hepsinin öldüğünü umuyordu. Böylece çocuklar için kimse başına bela olmazdı. Başbüyücü zihnini bu kez de Yeminer Tapınağına yönlendirdi. Bu diyara ilk girdiği yer. Oranın büyük kütüphanesi, kocaman bir kara bekçi, hırslı bir savaşçı olan Sturm, ve diğerleri..

    DM:
    Görüntü tekrar bulanıklaştı, bu sefer Necros konsantre olmasında biraz daha zorluk yaşamıştı fakat son anda tekrar kafasındaki tasviri toparlayarak mabedin içini görür hale geldi. Dev mabedin büyük kütüphanesi kitaplar dışında boştu, bomboştu...

    DM:
    Etrafta aradığı kişilerden kimseyi göremedi, ne Sturm ne kara bekçi ne de bir başkası...

    DM:
    Fakat bir süre sonra birisi gözüne ilişir oldu...

    DM:
    Kütüphanenin ilerisinde genişçe bir kaide yükselmekteydi. Kaidenin hemen ön kısmında bir kurukafa göze çarpıyordu, kurukafa dimdik ileri sabitlenmşti ve doğruca kütüphaneye yönelmişti.

    DM:
    Necros bir anlığına kurukafanın titreyerek kendisine döndüğünü görür oldu. Bu gerçek miydi? Bilemiyordu...

    Necros:
    Necros ürperdi. Çlülerle daha önce de çalışmasına rağmen bomboş tapınaktaki bir kurukafa onu tedirgin etmişti. Ama düşünecek bir şey yoktu. Oraya özel bir bağlılık taşımıyordu. Çstelik belli ki Yeminer, inananlarını bir sefere sürüklemişti. Necros derin bir soluk aldı. İlk defa sadece yazıtlarda okuduğu, ama bulunmadığı bir yere gitmeyi deneyecekti. Zihnini, onlarca haritanın yanlızca tek bir tanesinde,o da küçük ve acele bir karalama şeklinde, gördüğü ve Yeminer Tapınağı'nda ve odasında hakkında bazı yazılar okuduğu Kaos Tapınağı'na yönlendirdi. Diğerlerinden daha büyük bir iradeyle oraya yoğunlaştı.

    DM:
    Necros harita üzerinde hatırladığı o noktaya odaklanmaya çalıştı. Mabedin yeraltında olduğunu daha önceden okumuştu. Ve bekçiliğini tanar'rilerin yaptığını biliyordu. Ama mabedi görememişti, aslına bakılırsa orayı hiçkimse görememişti. Necros gitgide daha fazla odaklandı. Daha önce ne Yeminer tapınağını bulmak için ne de Büyü konseyini bulmak için o kadar odaklanmamıştı. Ama olmadı, ne yaptıysa olmadı. Odaklanmaya çalıştığı nokta bomboş topraklarmış gibi gözüne geri yansıyordu. Aklına birkaç görüntü getirmeye çalışsa da bu ona pür karanlıktan başka birşey göstermiyordu...

    Necros:
    Mabed yeraltındaydı. Belki de o bölgede toprağın altına odaklanması daha iyi olacaktı. Denemesinden bir zarar çıkmazdı. Bu sefer kendini yeraltını düşünmeye zorladı.

    DM:
    Necros yeraltını düşünürken onun iradesini büken ve başka bir yöne çeken başka bir güç ile karşılaştı. Bu güç onun daha önce karşılaşmış olduğu tipten bir güç değildi. Ve ona görüneni engellemesinden öte, iradesine hükmetmeye çalışıyordu. Karanlık görüntünün içinden zalim fısıltılar Necros'un kulaklarına doluyordu. Uzaktan ama tehdit dolu...

    Necros:
    Necros durdu. Daha ileri gitmek için zorlamadı. Onu engellediği apaçıktı. İlerlemeye çalışırsa ona karşı koyamayabilirdi. İleleyecekse bile, bunu parça parça yapmalıydı. Başbüyücü o anda kendisini odaklamaktan dişlerini sıktığını fark etti. Kendini gevşetmeye çalışarak, gözleri hala kapalı bir şekilde çukur iblisine fısıldadı. "Beni engelliyor Ulu Zek'arab. Tapınağının girişindeyim ve şimdiden beni engelliyor." Necros tekrar sustu. Kendisine fısıldananları hazmetmeye ve direnmeye çalıştı. Ama henüz daha ileri gitmeye çalışmadı.

    DM:
    Çukur İblisi Necros'a döndü. "Engelliyor mu?" soruda birden fazla anlam olduğu açıktı...

    Necros:
    "E-evet Lordum. Tapınağının girişindeyim şu anda. Beni tehdit ediyor. İçeri girmemi engelliyor. Bunu kıracak gücüm olduğunu sanmıyorum. Deneyebilirim, ama fazla derine gidemem." diye fısıldadı Necros, alnından boncuk boncuk ter akarken.

    DM:
    Zek'arab ın boğazından derin bir böğürtü koptu bu sefer. "Spellweaver! Bana gösterdiklerinin hiçbir anlamı yok, bana söylediklerini göstermeni istiyorum senden! Çyle, ya da böyle..."

    Necros:
    Necros irkildi. İki ayrı iblisin ortasında kalakalmıştı. "Deneyeceğim Lordum, deneyeceğim." Necros öncelikle bulunduğu noktada kendisine söylenen tehditleri hazmetmeye ve sakinleşmeye çalıştı. Sonra zihnini zorlayarak yavaş yavaş ileri gitmeyi denedi.

    DM:
    Necros yeniden konsantre olmuştu, tekrar kaos mabedini gözleri önüne getirmeye çalıştı. Bu sefer kitaplarda okuduğu bilgiler ışığında birşeyler ortaya çıkarmayı amaçlıyordu. önce kükürt kusan toprakları gözleri önüne getirdi. Sonra burayı aklında sabitleyerek yeraltına girmeyi amaçladı. Topraklar az çok gözünün önünde görülebiliyordu. Yeraltına girmesi ise sürekli olarak engellenmekteydi. Nasıl bir güç bilmiyordu. Gözü sürekli zifiri karanlığa gömülüp kalıyordu. Yeraltındaki dev mabed kendisini Necros'a göstermiyordu, belki büyüsel bir koruma, belki de başka bir şey. Necros dakikalar sonra tekrar kendine gelebildi. elinde yeraltındaki mabed ve mabedin efendisi hakkında hiçbir bilgi yoktu...

    Necros:
    Necros ofladı. oraya bir şekilde ulaşmalı, bir şekilde savunmasını kırmalıydı. Yine de elinde olmadan mırıldandı. "Olmuyor Efendim, iradem onunkisini kıracak güçte değil."

    DM:
    Zek'arab ın tüm vücudunu ani bir titreme alır gibi oldu. Deforme görünümlü yüzü hiçbir mimiğe bürünmemişti, oysa çukur iblisinin köpürdüğü her halinden belli oluyordu.

    DM:
    Zek'arab bir adım ileri attı, sonra bir adım daha, gitgide Necros'a yaklaşıyordu...

    Necros:
    "Bir kez daha deneyeceğim Lordum. Bir kez daha deneyeceğim. Ama takdir edersiniz ki benim iradem sizinki gibi büyük ve güçlü değil. Bu yüzden çok fazla zorlanıyorum." diye Necros telaşla ekledi. Bir şekilde o engeli aşmalıydı. Hangi büyü ona yardımcı olabilirdi ki şimdi?

    DM:
    "Daha fazla denemeni istemiyorum Spellweaver!" dedi ses oldukça koyu bir tonda

    DM:
    Tüm salon bu ses ile titrerken Zek'arab alevlerle yanan vücudunu iyice yukarı yükseltti. "Seni bundan sonra başka bir iş için kullanacağım!"

    Necros:
    Necros gözlerini sıkıca yumdu ve dişlerini sıktı. Korktuğu başına geliyordu. Ya çukur iblisinin beyinsiz kölelerinden birisi olacak, ya da Kan Savaşı'nda ön saflara yem olarak sürülecekti. Buradan kurtuluşu yoktu. Herhangi bir büyü işine yaramazdı. Çukur iblisinin büyü direncini kırma ihtimali çok düşüktü. Teleport olsa bile nereye kadar kaçabilirdi ki. Zek'arab onu mutlaka bulurdu.

    DM:
    "Buraya geldiğin hamatula birliği, birliği bundan sonra sen komuta edeceksin!"

    DM:
    Boğuk ses bir süre durdu ve bekledi. Büyücünün söylenen ilk kelimeleri idrak edebilmesi içindi bu. Sonra söz devam etti. "Yakın zamanda kızıl topraklar yine büyük savaşlara sahne olacak. Birliği kontrolün altına alır almaz bu savaş içersinde yerini alacaksın."

    Necros:
    "B-ben mi? Hem de yüz hamantulayla mı?" Necros gözlerini açıp şaşkınlıkla kırpıştırdı. Yani köle edilmeyecekti, ya da yem. Bir rahatlama soluğu verdi, ama sonra Kan Savaşı'nda savaşacağını fark edince nefesi boğazında takıldı. "Kan Savaşı'nda mı? P-peki ama Lordum, d-diyar ne olacak?"

    DM:
    Zek'arab burada fena halde kızmıştı. Burnundan derin bir soluk bıraktı. "Ne diyarı!!!!! Avernus'un kızıl topraklarında Bael'in sancağı altında savaşacak birisisin artık!!!"

    DM:
    Bu sözler kaynar su gibi Necros'un üzerine boşalmış olmalıydı...

    Necros:
    Necros başı dönerken ayakta kalmaya çalıştı. Kan Savaşı.. Savaşı daha önce bir kere izlemişti ve o savaşın içinde olmadığı için şükretmişti. Ve şimdi orada olmasını mı istiyorlardı? Ama ona karşı gelemezdi ki. "E-emredersiniz Lordum. S-savaş ne zaman acaba?"

    DM:
    "Çncü kuvvetlerin bir ya da iki gün içersinde Avernus'a inmelerini bekliyoruz. Birliğini savaşa hazırlarsan iyi edersin"

    Necros:
    Necros yuktundu. Sonra kaşlarını çattı. Zaten anlaşmak istediği diğer konulardan birinde vaad edeceği şey, Kan Savaşı'nda onlara yardım etmek değil miydi? Ama o zaman anlaşmalı olacaktı, köle değil. Zek'arab'a neden kendisinin kumandaya verildiğini sorabilirdi, ama çukur iblisini yeterince kızdırmıştı. "Emredersiniz Lordum." dedi keskin bir sesle Necros. Savaş sırasında-veya önce ve sonra-kaçma fırsatı bulabilirdi belki. Sanmıyordu, ama başka çaresi yoktu. "Lordumun başka emirleri var mı acaba?"

    DM:
    "Elde edeceğin başarılar senin hayatta kalıp kalmayacağını etkileyecektir. Birliğini en iyi şekilde komuta etmeni bekliyorum, yoksa sonuçlarına katlanırsın. şu durumdan sonra altlarının ne yaptığı benim hiç umrumda değil. Senden başka hiçkimseden hesap sormayacağım, bana hesap verecek tek kişi de sen olacaksın! Hamatula birliği hisarın gerisinde kalan arenalarda konuşlandırıldı. İkinci emirle beraber birliğin ile beraber Kan Savaşına sürüleceksin. şimdi gidebilirsin Spellweaver."

    Necros:
    "Emredersiniz Lordum." dedi Necros ve omuzlarını dik tutmaya çalışarak kapılara yöneldi.

    DM:
    kapılar Necros için tekrar açıldı. Dev çukur iblisi hırlayarak tahtına dönerken Necros komuta odasından ayrıldı... Kapılar ardından kapandığında tekrar karanlık hol Necros un karşısındaydı. Büyücü şimdi kendisini yine hiçbirşeymiş gibi hissetmeye başlamıştı. Ya da belki ne yapacağını tam bilmeyen birisi gibi...


    ----------------------Kısım 3 Burada Sona Eriyor----------------------

    _________________
    Bu kullanıcı siteden ayrılan fakat forum düzeni açısından mesajlarının durması gereken kullanıcılar için ayrılmıÅ?tır. Kullanıcı kesinlikle yoktur. Sorumluluk ve yükümlülükleri site yönetimindedir
    Back to top View user's profileSend private message
    Eldarin_






    Joined: Dec 20, 2006
    Posts: -27
    Location: Yolcu

    PostPosted: Tue Feb 14, 2006 8:51 pm Reply with quoteBack to top

    ----------------------Kısım 4 Başlangıcı------------------------


    Necros Spellweaver ve ve Hamatula Birliği

    Necros:
    Savaştan başarıyla çıkması Zek'arab'ı etkileyebilirdi ve bunu onu ikna etmekte kullanabilirdi. Ama hamantulalar... Her biri neredeyse kendisi kadar güçlülerdi. Emirlerine itaat edebilirlerdi, ama arkasından çevrilecek bir entrikayla bilerek başarısızlığa sürülürse... Sigil'e kaçmayı başarırsa yuvasına dönmüş olurdu. Oradan da tekrar diyara dönmezdi herhalde. Ama dönmeyi istese bile dönüşü olmazdı ki. Onu diyara gönderen Yeminer rahibi kimbilir artık neredeydi. Bir mucize olmadığı müddetçe Avernus'ta kısılı kalmıştı! Necros çevresine bakınıp birisini bulmaya çalıştı. En azından nerede kalacağını birisine sorabilirdi. Herhalde yine aynı zindanda kalmazdı ya.

    DM:
    Kapının önünde muhafızlar beklemekteydi. bunlardan biri daha önce gördüğü Kyton du ki Necros onunla konuşabilirdi belki

    Necros:
    Necros kararlı bir şekilde ona ilerledi. Ona sorabilirdi. "Ulu Zek'arab'ın emriyle bir hamantula birliğinin başına getirildim. Nerede kalacağım bana ne zaman bildirilecek?" Diğerinden daha faklı olarak sesi daha özgüven doluydu, ama kytona saygısızlık olarak gelecek şekilde küçümseme şeklinde değil. Hatırladığı kadarıyla diğer pek çok batezu ona saygılı davranıyorlardı. Belli ki üst rütbeden birisiydi.

    DM:
    Kyton Necros'a baktı. Yüzünde pekte kaale alır bir ifade oluşmadı. fakat sonrasında yine kalın sesiyle;

    DM:
    "Efendi Zek'arab birliğin ile beraber kalacağını iletti bizlere"

    Necros:
    Hisarın gerisindeki arenalar.. Necros hisara gelirken herhangi bir şekilde yolu öğrenmesi engellenmemişti. Ama orayı bulabilir miydi emin değildi. Yolu hatırlamaya çalıştı.

    DM:
    Biraz zihnini zorladıktan sonra parçaların kopuk olduğunu ve yolu bulmasının oldukça zor bir ihtimal olduğunu düşündü. Hisarda kaybolmak istemesegerekti.

    Necros:
    "Beni oraya götürebilecek birisi var mı?" diye tekrar sordu kytona.

    DM:
    Kyton Necros'a baktı. "Benimle gel o halde" dedi, sonra diğer muhafız ile konuştu ve yanından ayrıldı.

    Necros:
    Necros bir saniyeliğine kytonun arkasından baktı. Ne hallere düşmüştü. Sonra toparlanıp sessizce onu izledi.

    DM:
    Kyton hızlı adımlarla Necros'u dar yollardan hisarın aşağısına doğru götürdü. Yarım saatten fazla zaman geçtikten sonra Necros ile Kyton aşağı inmişlerdi. Burada Kyton emri altındaki askerlerden birisine arenaların olduğu yere büyükullanıcısını götürmelerini söyledi. Bundan sonra Necros zırhlanmış bir imp ile beraber hisarın gerisinde konulanan birliğine götürüldü.

    DM:
    Birlikten bazı hamatulalar eğitim üzerine çalışırlarken bir kısmı kenara çekilmiş ve kendi içlerinde konuşmaktaydılar. Bir grup Hamatula ise Arena ya çıkmış, karşılıklı güreş tutmaktaydılar. Çok düzensizdiler...

    Necros:
    Necros ağzı açık bir şekilde hamantulaları izledi. Bu resmen bir kepazelikti. Böyle bir birliği ona vererek onu resmen ölüme mahkum etmişlerdi. Bir an için öfkelendi Başbüyücü. Hepsine baktı. Sonra derin bir nefes aldı ve cehennem lisanında böğürdü. "HAZIR OL! DİKKAT!" İşe yarayacağını umuyordu. En azından gördüğü kumandanlar böyle yapıyorlardı.

    DM:
    Hamatulalardan bir ikisinin oraya bakması dışında herhangi bir tepki yahut emre uyum görülmedi...

    Necros:
    Necros inanamıyordu. Tek kelimeyle inanamıyordu. Emirlere itaat etmeleri gerekirdi. Düzenli yapıları bunu gerektirirdi. Ama onu kaale bile almıyorlardı. Dikkatlerini çekmek için üzerlerine bir büyü yapabilirdi, ama herhangi birisini öldürmek istemiyordu. Diyardaki bir savaştan yüz hamantula büyük bir tehlike olsa da Kan Savaşı'nda çok önemsiz bir birlikti. Birini bile kaybetmeyi göze alamazdı. Ama otoritesini sağlamazsa...

    Necros:
    Dikkatlerini onlara zarar verecek bir büyüyle çekebilirdi. Ama tam onlar yaralandıkları sırada savaş borularının çaldığı gözünün önüne gelince vazgeçti. Ah, bir yolu daha vardı. Onları cesaretlendirecek bir yol olabilirdi belki. Necros elini keselerine attı. Bir tane minik, eciş bücüş bir mum çıkarttı. Keseleriyle birlikte asılı duran minik çantasını da indirdi. Mumu çantanın içine koydu. Havaya hızla birkaç garip şekil giyerken bakışları donuklaşmıştı bile. Herhangi birisinin anlayamayacağı sözcükler dudaklarından dökülürken, Necros neredeyse her şeyi otomatik olarak yapıyordu. Sözler ve rünler bittiğinde ise eliyle biraz uzağını gösterdi ve büyüyü oraya yönlendirdi. (Summon Monster III: Dretch) Düşük tanar'ri onun gösterdiği yönde şekillenirken Necroshamantulalara doğru bağırdı: "DREEEEEETCH!!!"

    DM:
    Büyünün yönlendiği noktada ince kolları ve bacakları olan iri gövdeli bir şeytan belirivermişti. Necros bağırdığında ise hamatulalardan yine birkaçı önce ona baktı, sonra da onun baktığı yöne. Dretch i gördüklerinde ise birden bire oraya bakan üç hamatula ayağa kalktı, yanlarındaki silahlarını hızla alarak o tarafa doğru koşmaya başladılar. Onların bu hareketliliği diğer hamatulaların dikkatini de o yöne çekmişti.

    DM:
    Dretch ortaya çıkar çıkmaz sağına soluna baktı. İri gövdesini tutan ince ve kısa boynu sağa sola döndü, kızıl gözler etraftakilere baktı. Çzerine gelen hamatulaları gördüğünde ise onun için çok geç sayılırdı. Hamatulalardan ilki kendini yere yakın tutarken dretch in 2 metre uzağından onun üzerine atlamış ve elindeki mızrağı tanar'rinin bombeli göbeğine saplamıştı. Onun ardısıra bir başka hamatula elindeki yayvan kılıcı gördüğü boş bir noktadan dretch e geçirmişti.

    DM:
    Necros daha neler olup bittiğini anlamadan 10 hamatula birden kendi yarattığı şeytanın üzerine yumulmuş ve onu parçalara ayırmıştı...

    DM:
    Dretch öldüğünde ise onun kalbini alıp ağzına atan bir hamatula bir anlığına Necros'a baktı. Bu bakış itaatten çok alaycılık taşıyordu.

    DM:
    Hamatula dretch in kalbini hunharca çiğnemeye devam etti.

    Necros:
    "Geldiğimde gördüğüm durumunuz düşünüldüğünde, bir dretchi dahi öldürebilmeniz bir mucize. Ne zamandan beri baatezu, üstlerine itaatsizlik eder oldu?" diye alayla dolu bir şekilde ve buz gibi bakışlarla kalbi çiğneyen hamantulaya sordu Necros, onun korkutucu dilinde.

    DM:
    hamatula ona doğru yürürken diğer hamatulalarda dretch in son parçalarını yiyip kemirmekten kendilerini almışlardı. Diğer hamatula ise Necros'un kendine hitap ettiğini görünce konuşma gereği duydu, ses boğazdan gıcıklanmış gibi çıkıyordu ve boğazın içinde fokurdayan birşeyler vardı sanki.

    DM:
    "O dretch in 8 10 kat büyüğü bizim iştahmızı anca dindirir." sonra ses boğazdan daha seri çıktı; Çstümüz derken neyi kastediyorsun?"

    Necros:
    "Kan Ovaları'nın Efendisi, Ulu Zek'arab tarafından, bu birlik benim komutama verildi. İştahına gelince, yakında çıkacak olan savaşta bunlardan istemediğin kadar bol sayıda bulacaksın." Necros başını hafifçe yukarı kaldırıp hamantulaya tepeden baktı. Kytonun bilmesine rağmen, demek ki haber henüz buraya ulaşmamıştı.

    DM:
    şimdi diğer hamatulalarda Necros ve diğer hamatulanın etrafına toplanmışlardı. Konuşmanın başına şahit olamasalarda devamı onları ufak çapta bir krize sokmaya yetmişti. "Komutan mı? Sen mi? Zuahahahahhahahahaha....." Ve tüm hamatula birliğini korkunç bir gülme krizi tutar. Bazıları yere yatmıştır, bazıları zor ayakta durmaktadır. Necros için bu son derece yüz kızartıcıdır. Emri altındaki askerler onunla dalga geçmektedir çünkü...

    Necros:
    Necros hepsine buz gibi, delip geçen bakışlar attı. Sonra çarpık bir gülümsemeyle ekledi. "Eğer bir derdin varsa, bunu Zek'arab ile bizzat konuşabilirsin...asker!"

    DM:
    Gülmesini kesen hamatula dimdik Necros'un üzerine yürüdü; "Kendi aramızda görüş-sek..."

    Necros:
    Necros geri çekilmedi. Olduğu yerde meydan okurcasına hamantulaya baktı. "Demek Zek'arab'ın emrine açık itaatsizlikte bulunuyorsun öyle mi? Avernus'un burasında itaatsizliğe verilen ceza nedir? Çlüm değildir herhalde. Ateş Çukurları'nda birkaç yıl mı? Eminim oraya çok yakışırsın."

    DM:
    Hamatula dosdoğru arena yı gösterdi; "Çık arenaya tanar'ri yaratan köpek. Benimle yüzleş. Lüzumsuz tehditlerle beni üstelemeye çalışma. Kim komutan arena göstersin!"

    Necros:
    "Arena mı? Emirlere karşı çıkmakla kalmayıp bir de üzerine resmen üstüjne meydan mı okuyorsun? Ne o, tanar'ri kanı filan mı taşıyorsun yoksa? Baator'da bu tip şeylere müsade edilmeyeceğini ikimiz de biliyoruz. Boşa uğraşmamanı tavsiye ederim. Emir, Hisar'ın efendisinin emridir. İtaat edeceksin!"

    DM: Hamatula durdu. Bir süre dik dik Necros'a baktı. "Sana bir öneri sundum ve sen reddettin. Pekala öyle olsun." Boğazından sert bir böğürtü çıkaran hamatula yeri eze eze Necros'un yanından uzaklaştı.

    Necros:
    Necros olduğu yerde sakince durdu. Açık itaatsizlik etmeme daha fazla cüret edemezdi. Emir ona göre oldukça büyük bir yerdendi. Ama en ummadığı bir anda kendisine karşı koyacağını, belki de arkasından vuracağını biliyordu. Başbüyücü çevredeki diğer hamantulalara baktı. "Peki ya siz? Siz de açık itaatsizlik ederek risk mi alacaksınız, yoksa benimle birlikte savaşa gelip tanar'ri kanını tadacak mısınız?!"

    DM:
    Hamatulalar dosdoğru Necros'a baktı. Deminki böğürtülerle beraber şimdi 100 kadar hamatula Necros u çepeçevrelemişti. Ama hiçbirinden Necros'un komutasını ne kabul ettiklerine ne de reddettiklerine dair tek bir söz çıkmadı.

    Necros:
    "Pekala, itaatsizliği düşünen bir başkası varsa öne çıksın o halde!" diye öfkeyle hepsine bağırdı Necros. Çfkelenmeye başlamıştı. Birkaç hamatulaya dahi sözünü geçiremiyordu. İlla herhangi birisini cezalandırması mı gerekecekti? Kan Savaşı'nda hepsine ihtiyacı olacakken, illa birisini öldürmesi mi gerekecekti?

    DM:
    Hamatulaların hiçbirinden kaydadeğer bir ses çıkmadı...

    Necros:
    "Hizaya girin. şİMDİ!" diye böğürdü Başbüyücü. Kontrolünü kaybetmeye başlamıştı. Elleri hafifçe titriyordu. Derin bir nefes aldı ve sakinleşmeye çalıştı.

    DM:
    Hamatulaların arasında belli belirsiz böğürtüler duyulmuştu şimdi. Dikenli vücutlarıyla hepsi birer ölüm makinesiydi. Onlara yaklaşmak bile ölümcül sonuçlara yol açabilirdi. Böğürtüler böylece devam etti. Hamatulalar dev dikenli kuyruklarını sağa sola sürüklerken aralarında hiçbir düzen görülmedi.

    DM:
    Sonra üç metrenin üzerinde boyuyla hamatulalardan biri öne çıktı; "Yirmiye beşlik sıraya mı gireceğiz usta?"

    Necros:
    Necros'un titreyen elleri yavaşlamaya başlamıştı. "En sonunda." diye mırıldandı. Ters ters hepsini süzdü. Sonra da devam etti. "Evet. Yirmiye beşlik. Ve az önce meydan okuyan salak da aranızda olsa iyi olur!"

    DM:
    Hamatulalar bunun üzerine homurdanmaya devam ettiler. Yine de birkaç dakika içersinde tamamı sıraya girmişlerdi. Deminki düzensizliklerinin aksine şimdi hepsi nizamını ve hizasını bilircesine arka arkaya sıralanmışlardı.

    Necros:
    Necros sessizce birliğin önünde volta atmaya başladı. Hepsini tartarcasına süzüyordu. Sonra tam ortaya geldiğinde döndü ve hepsine baktı. "Az önce de belirttiğim gibi sizin yeni kumandanınızım. Bir kez daha itaatsizlik istemiyorum! Bir dahakinde sadece tehditle kurtulan olmayacak!" Sustu ve yeniden volta atmaya başladı. Tekrar aynı yerde durdu. "Savaşa gitmemiz gerektiği zaman bize haber verilecek. Komutamda olduğunuz süre boyunca size vereceğim her emri, sorgulamadan, hızlı bir şekilde yerine getireceksiniz. ANLAşILDI MI?!"

    DM:
    Hamatulaların başları yukarı doğru kalktı, hep beraber devam ettiler. "Anlaşıldı!!!"

    Necros:
    Necros memnun bir şekilde tebessüm etti. Sonra düşündü. O askerlikten anlamazdı, ama bu durumda ona rapor vermesi gereken bir yardımcı olmalıydı. En azından böyle düşünüyordu. Onları teker teker süzdü. "Birliğin genel durumu hakkında rapor istiyorum. Çnceki komutanınız bu iş için kimi görevlendirdi?"

    DM:
    Hamatulalardan herhangi bir ses çıkmadı. Sonunda daha önce Necros'a diklenen hamatula birliğin önüne doğru üç adım yürüdü. "Eski görevli bendim..." dedi boğuk sesiyle...

    Necros:
    "Hmmm." Necros bir aşağı bir yukarı hamatulayı süzdü "Diklenmenden belliydi zaten." diye mırıldandı. "Birliğin durumu hakkında genel rapor istiyorum."

    DM:
    "Pekala efendim..." diyerek yetindi hamatula. Sonra hazır vaziyette beklemeye devam etti.

    Necros:
    Necros birkaç saniye bekledi, hamatulaya bakmayı sürdürdü. "Eee, ne bekliyorsun?" diye sabırsızca sordu. Bu hamatula başına gerçekten bela olacak gibiydi.

    DM:
    Hamatula bir an dişlerini sıktı. Sonra beklemeye devam etti. Kan savaşının Generali Bael'in sancağı altında, Kan Ovaları efendisi Zek'arab'ın komuta ettiği Kutsal Olmayan Hisar Kolordusuna bağlı Kara şeytan tugayı B04 Çncü kuvvetler birliği. Birlik 100 hamatuladan oluşmaktadır, bunlardan 20 kişilik grubu mızrak ve yakındövüş silahları taşımakta ve yakın dövüş birebir savaş durumunda ön safları almaktadırlar. 20 kişilik bir diğer bölüğümüz menzilli silahlar konusunda uzmanlaştırılmıştır ve 10 hamatula büyücüsü de savaş büyüleri konusunda eğitim almışlardır. 50 hamatula piyadeside tüm emirlere hazırdır!

    Necros:
    Necros bakışları ileriye odaklanmış, ama görmeyen gözlerle hamatulayı dinlerken düşüncelere dalmıştı. Birlik güzel dizayn edilmişti. Yine de "B04 Çncü Kuvvetşer Birliği" ismini beğenmemişti. Çncü ha? Mutlak bir ölüm gibiydi bu. Hamatula raporunu bitirdiğinde Necros kendine geldi ve ona gülerek sordu "Peki ya sen bunlardan hangi gruptasın asker? Ve ayrıca...adın nedir?"

    DM:
    Hamatula elindeki kırbacı gösterdi. "Adım Savaşakamçılayan! Yakın dövüş öncü grubuna dahilim. Kırbaç ve dikenli zincir( spiked chain) kullanırım."

    Necros:
    Bir büyücü bile değildi ve kendisine meydan okumuştu. Necros, hamatulanın cesaretine inanamıyordu. Kimbilir, belki de savaşta işine yarayabilirdi. Necros eski komutanın neden görevden alındığıyla ilgili bir şeyler sormaya yeltendi; ama kendisinin komutan ilan edildiğini bile kendisinden duymuşlardı. Muhtemelen bu konuda bir bilgisi yoktu. "Pekala. Yerine geçebilirsin asker." dedi Necros, son sözcüğü alayla vurgulayarak.

    DM:
    Hamatula dikenli kuyruğunu öbür tarafa savurdu, ardından ön saflardaki yerine geri döndü.

    Necros:
    Necros tekrar birliğe döndü. "Eğitim düzeyinizin yerinde olduğuna inanıyorum. Zaten olmasaydı bile, Hisar'a yaptığımız o yüzüyüşle bacaklarınız açılmıştır. Yine de savaşa kadar her gün eğitim sürecine devam edeceğiz. Hiçbirinizin paslanmasına izin vermem. Sorusu olan?"

    DM:
    Kimsenin sözü yoktu...

    DM:
    Bu sessizlik fazla dikkat çekici sayılabilirdi...

    Necros:
    Necros huzursuzca birliği izledi. Emirlerine ne kadar uyacaklarını merak ediyordu. Savaşa kadar onları düzenleyecek miktarda zamanının olmasını umut ediyordu. "Savaşakamçılayan! Eğitim mızrakları, kılıçları, okları ve diğer silahlardan bulmanızı istiyorum. Herkes ne kullanıyorsa onun zararsız taklitleriyle talim yapacak. 1 saat sonra hepinizi burada göreceğim. VE KİMSE GEÇ KALMAYACAK!"

    DM:
    Hamatulalar barakalara doğru hızla hareketlendiler. Herbiri kullanacakları silahların taklitlerini aldılar. Bir saat içersinde hepsi ellerinde kullandıkları silahların ovalleştirilmiş ve zararsız hale getirilmiş halleriyle arenaların yanıbaşındaydı.

    Necros:
    Necros hepsini izledi. Bu bir saat içinde oldukça kafa patlatmıştı. Yakın dövüşe giren askerler, menzilli silah kulananlara karşı kalkanları olmadıkları müddetçe dezavantajlıydı. Aynı şekilde mızraklı askerlerin yanına sokulan yakın dövüşçülere karşı mızraklılar savunmasız kalıyordu. Askerleri bu açıdan tatbikat yaptırarak bu zayıflıklarını engellemelerini sağlamaya çalışabilirdi.Okçular ve mızraklılar iki farklı arenaya geçsinler.Büyücüler dışındakiler ikiye ayrılacaklar. Bir yarı okçulara, diğerleri ise mızraklılara saldıracaklar. Piyadeler oklardan kaçarak okçuların yanlarına sokulmaya çalışırken, mızraklılar saflarını sıklaştırıp piyadeleri yanlarına yaklaştırmamaya çalışacaklar. Bu sırada büyücüler de ikiye ayrılacaklar. Büyülerini kullanacaklar ama birbirlerine değil, nesnelere yönlendirecekler. Karşılarındaki büyücüler ise büyüyü tanımaya çalışıp karşı büyüyü yapacak. Anlaşıldı mı?!"

    DM:
    Hamatulalar başlarını salladılar, ardından söylenen formasyonlara geçerek arenada hazır konumda beklediler.

    DM:
    Başla işareti geldiğinde ise gruplar hızla harekete geçtiler. Bir taraftan piyadaler olağanüstü hızları ile ileri atılarak mızraklı ve okçu birliiklere saldırıya geçerken öte yandan uzak menzilli saldıran hamatulalar uzun yaylarını gererek uçları çıkartılmış okları piyadelerin doğrultusunda bıraktılar. Mızraklı birlikler yanyana yerleşti ve sadece saplarını tuttukları mızrakları öne doğru elli bir açıyla eğerek tuttular, piyadeleri ileride bir noktada kesebilmek için öne doğru yavaş yavaş ilerlediler. Birlikler oldukça organize görünüorlardı. Okun değdiği şeytan kendisini yere bırakarak tatbikatten çekiliyor, geri kalanlar ise korkunç bir hızla hücuma devam ediyorlardı.

    DM:
    Sonra mızraklı birlikler piyadeleri ön noktada karşıladılar, yine bu noktada piyadelerin bir kısmı mızraklılarla arbedeye girişirken diğer bir grup, piyade sayısını oldukça azaltan okçulara yöneldi. Mızraklılara yaklaştıkları anda bir grup hamatula teleport yeteneğini kullanarak mızraklıların arkalarına geçerek açık kollamayı aradılar. Bu açığın cezası bir taraftan verilirken ön saflarda mızraklılar hamatulalara geçit vermiyorlardu. Bir kısım hamatula uçarak mızraklardan kendilerini kurtarıyorlardı bir kısım öncü ise dimdirek düşmanın üzerine şarja geçerek birliği ikiye bölüyorlardı. Kısa süre sonra mızraklı birlikler dağıtılıp bozguna uğratıldı. Aynı şekilde yeterli mesafeye ulaşıldığında teleport sayesinde bir grup hamatula okçuların yanıbaşında belirerek onları tuş etti. Piyade birlikleri zorluk çekmeden iki grubu birden altetmiş oluyordu böylece. Okçu birlikleri uzak mesafede müthiş etkin olsalarda yakın dövüşte ilk müdahalede etkisizdiler. Büyücüler ise birebir tatbikatten bağımsız olarak büyü karşılama konusunda eğitimlerine devam ettiler. legal büyüler dahilinde eğitimleri başarılı oldu denilebilirdi

    DM:
    Necros un anladığı kadarıyla hamatula birliğinin en güçlü olduğu nokta piyadelerdi. Mızraklıların etkinliği ise hamatula piyadelerini arkalarına katmalarından ileri geliyor olmalıydı, aynı şekilde yakın dövüş birlikleri düşmanla birebir yüzleştiği müddetçe okçularda yeterince etkili olabilirlerdi...

    Necros:
    Birlik tamamen hazır görünüyordu. Eğitim yapmaya pek de ihtiyaçları yok gibiydi. Başbüyücü'nün koltukları bir an kabardı. Bunlardan birkaç yüz tane daha olsaydı muhtemelen diyarı ele geçirebilirdi bile. Ama Kan Savaşı'na nazaran hala yetersiz görünüyorlardı. "Pekala, düşman saflarına saldıracağımız zaman, düşman okçularının arkası kollanmıyorsa arka saflardaki piyadelerin hemen okçuların yanlarına teleport olup onları haklamalarını istiyorum. Düşman okçuları temizlendikten sonra o askerler düşman piyadelerine arkadan saldıracaklar. Sayıca yetersiz olduğumuz anlaşılırsa başka baatezuları çağırma emrini size vereceğim. Sorusu olan?"

    DM:
    Kondisyonları yerinde olan hamatula birliğinden soru soran olmadı. Emirler neyse uyulurdu. Kimse soru sormadı...

    Necros: Necros'un sinirleri bozulmuştu. Böyle bir sessizlik iyi değildi. Baatezuların çoğunun telepatik güçleri vardı. Yani Necros duymadan aralarında planlar kurmuş olabilirlerdi. Bu fikir de Necros'u aşırı derecede rahatsız ediyordu. Eğer bir durum söz konusu ise bunu çözmeliydi. Düşüncelere dalarak tekrar askerleri izlemeye başladı. Neler dönüyor olabilirdi acaba?

    Necros:
    Necros aşırı derecede huzursuzdu. Savaş sırasında bir 'kazaya' kurban gidebilir, böylece Savaşakamçılayan arzuladığı gibi kumandayı alabilirdi. Veya savaş dönüşü aniden ortadan kaybolabilirdi. Her durumda tehlikedeydi. Bir şeyler yapması gerekiyordu. Necros çevresinde bakınıp Savaşakamçılayan'la baş edebilecek bir diğer savaşçı hamatula aradı

    DM:
    Aslına bakılırsa dış görünüş itibariyle hemen hemen her hamatula birbirine benziyordu. Necros'un diğerlerine göre daha erişkin görünen bir hamatulayı bulabilmesi oldukça zordu. Keza gözüne özellikle çarpan birisi olmadı. Daha iri, daha az erişkin diye bir ayrım yapabilirdi ama kimin güçlü olduğu konusunda bu yolu izlemek Necros'a da pek mantıklı gelmiyordu.

    Necros:
    Necros huzursuzca çevresine bakındı. Savaşakamçılayan'ın yanındakilerden birisi işini görürdü. Ama diğerleri fark etmeden nasıl onu yanına getirebilirdi ki? Başbüyücü sükunetle düşünmeye devam etti. Gözleri hamatulaları süzüyordu. Savaşakamçılayan'ın yakınlarından birisinin aracılığıyla, Savaşakamçılayan'ın başına gelebilecek bir 'kaza' gerçekten de büyük talihsizlik olabilirdi.

    Necros:
    Bu 'talihsiz kaza' aynı zamanda onun ellerini bu pis işlerden uzakta tutardı. Gerçi Savaşakamçlayan ölse bile ne fark ederdi ki? Burada bir köleden ibaretti. Kurtuluşu çok zordu. Elbette savaşta bazı şeyler değişmezse.

    Necros:
    Necros öfkeyle hamatulaların hareketlerini izledi. Bir açık bulup birini aralarından kapmalıydı.

    Necros:
    Necros hamatulaların yanına gitti ve Savaşakamçılayan'ı yanına çekti. "Diğer birlik kumandanlarına git ve tanar'rilerin hangi yönden saldıracaklarını öğren. Buna göre arazi üzerinde çalışacağız." Başbüyücü daha iyi bir yol görememişti.

    DM:
    Savaşakamçılayan büyücüye baktı. "Pekala efendim" dedi. Kafasında soru işaretleri ile beraber grubun yanından ayrıldı. şimdi Necros Savaşakamçılayan olmaksızın grup ile başbaşaydı...

    Necros:
    Necros hamatulaları gözledi. "Aranızda Savaşakamçılayan'a görevinde yardım eden herhangi birisi var mı?" diye sordu.

    DM:
    Hamatulalardan önce hiçbir ses çıkmadı. Sonra aralardan bir yerlerden tok bir ses yükseldi. "Görev. Hangi görev efendim?"

    Necros:
    Necros burnundan soludu. Sadece bir yanlış anlaşılma mıydı, yoksa Savaşakamçılayan gerçekte komutan yardımcısı değil miydi? Çfkeden titrer bir sesle tekrar sordu. "Savaşakamçılayan'ın aranızdaki rütbesi nedir?"

    DM:
    Hamatulaların bir kısmı aynen cevap verdiler; "Savaşakamçılayan savaş içersine ordunun birliğini ve kontrolünü sağlıyor. Verilen taktikler doğrultusunda."

    Necros:
    "Sanırım artık hepiniz görevle neyi kastettiğimi anlamışsınızdır!" diye iğnelercesine tısladı Necros. Bu birlik ve kontrolü sağlamakta ona yardımcı olan birisi var mı aranızda, bunu soruyorum size!"

    DM:
    "Hayır efendim!" dedi aynı sesler. "Savaşakamçılayan yardımcı istemez, yardımcıya ihtiyaç duymaz."

    Necros:
    "Yani bu durumda savaş sırasında düşerse, yerine vekalet edecek kimse yok." Necros çenesindeki top sakalını sıvazladı. Bu duruma rağmen onu ortadan kaldırabilirdi ya da...kaldırmalı mıydı?

    Necros:
    "Aranızdan birisinin ona bir şey olursa vekalet etmesini istiyorum. Hiçbir savaşın sonucu önceden bilinemez. Savaşakamçılayan da yenilmez değil. Aranızdan hangisi bu görevi başarıyla yerine getirebilir?"

    DM:
    Bunun üzerine bir süre ses soluk çıkaran olmadı. Sonunda bir başka hamatula önme doğru yürüdü; "Ben yapabilirim efendim."

    DM:
    Gelen hamatula büyücü birliğinden çıkmıştı ve Necros gibi o da bir büyücü olmalıydı.

    Necros:
    Necros içinden küfretti. Savaşçılardan olmasını ümit ediyordu böylece onu büyüleyip istediğini yapmaya zorlayacaktı. Ama şimdi durum vahimleşiyordu. Hamatulayı ikna etmek daha iyi olacaktı. "Güzel. Bulunduğun mevkiyi artık biliyorsun. Buna dikkat et." Başbüyücü hamatulalara döndü. "Bu durumdan Savaşakamçılayan'ın haberi olmasın. Mevki hırsına savaşta düzensizlik istemiyorum. Yaptığım şey sadece bir önlem." Başbüyücü tekrar büyücü hamatulaya döndü. "Adın nedir?"

    DM:
    Hamatula Necros a baktı. Yılan gibi keskin gözleri başbüyücününkiyle buluştu. "Adım Ateşüfleyen...Aynı zamanda büyücü birliğini de kontrol ediyorum."

    Necros:
    "Güzel. Mevkinin öneminin farkındasın. Beni hayalkırıklığına uğratmayacağını düşünüyorum." Necros imalı imalı Ateşüfleyen'e baktı. Sonra birliğine kalanına döndü. "Aynı şeyi hepiniz için ümit ediyorum. Tatbikattaki halinizi görünce de ümit etmeyi bile gereksiz görüyorum. iyi iş çıkartacağız."

    DM:
    Çnce büyücü, sözlere karşılık olarak güçlü ses tonuyla; "Evet efendim!" Sonra tüm birlik aynı anda; "Evet efendim!!!"

    Necros:
    Necros başını salladı. Sonra Ateşüfleyen'e baktı. "Benimle gel bakalım. Büyücü birliğinin durumunu konuşalım seninle. Nasıl olsa bu birlikte en iyi anladığım grup onlar." Necros gözlerini devirerek hamantulalardan uzaklaşmaya başladı.

    DM:
    Necros'un ayrılmasıyla birlik rahat konuma geçti, Ateşüfleyende insan büyücüsünün peşinden ilerlemeye devam etti.

    Necros:
    Necros ilerlerken yan yan Ateşüfleyen'e baktı. "Büyücülerinin güçleri ne seviyede? Savaş sırasında yeterince efektif olabilirler mi? Ne tip büyüler üzerinde yoğunlaştılar?"

    DM:
    Ateşüfleyen keskin gözlerle Necros'u izlemekteydi. Karşısındakine bakarken onun içini izler gibi bir görüntü bırakırdı. Yürüyüşünde de ayrı bir hava vardı. Necros un sözleri üzerine boğuk ama son derece kontrollü sesiyle devam etti; "Büyücülerin büyü üzerindeki uzmanlıkları hemen hemen birbirleriyle eşit gibi. Malumun savaş üzerine eğitim aldığımız için çoğunluğumuz defansif ve ofansif büyüler ezberleriz. Çzellikle savaş içerisinde kullanılabilecek alan etkili büyüler üzerine yoğunlaşırız, çünkü savaş içersindeki pozisyonumuz üzerinde en etkili büyü kullanımı bu şekildedir."

    Necros:
    "Evet, elbette. En mantıklısı bu zaten. Ama doğrudan düşman komutanını öldürmek üzere kullandığınız kişi etkili büyüleriniz de vardır sanırım. Ayrıca, liderleri olduğuna göre büyücülerin en güçlüsü sen olmalısın. Haksız mıyım?"

    DM:
    "Kişi bazlı büyüler elbette mevcut ama daha önceki taktiklerimiz bizi hiç düşman birliğin özel bir kişisini isabet alma yönünde olmadı. Kan Savaşında bunun bir önemi olduğu söylenemez çünkü. Çzellikle de tanar'ri piçlerine karşı. Büyücüler içersinde nüfuzu en yüksek olan benim. Birliği hesaba katacak olursak, içersinde bu topraklar üzerinde en uzun süre ayakta kalabilmiş olan benim."

    Necros:
    "Tanar'rilerin belli bir liderlerinin olmaması ne yazık. Onu ortadan kaldırarak her şeyi halledebilirdik. Yine de... Neyse. Sen bulunduğun mevkinin önemini anlayacak kadar zekisin. Eğer Savaşakamçılayan'a bir şey olursa..." Necros imalı imalı bakarak sözlerini vurguladı. "Onun yerine geçecek kişi sensin. Sanırım bahsettiğim önemi kavrayabildin, değil mi Ateşüfleyen?" Necros tek kaşını kaldırarak hamatulaya baktı.

    DM:
    "Elbette efendim, bunun için göreve getirildim zaten. Herşeyin bilincindeyim."

    Necros:
    "Yine de Savaşakamçılayan'ın bize...yararlı...olmasına bakalım. Savaşı zaferle kazanmamıza yardımcı olabilecek kadar tecrübesi var. Bu yüzden en iyisi yorulmaya başladığında yerine 'vekalet' edersin. Herkesin yeteneklerini kullanmalıyız öyle değil mi?" Necros sessizleşti. Bir süre sonra tekrar konuştu. "Adamlarının eline işe yarar büyülü aletler var mı? Savaş sırasında tanar'rilerin eline geçmesini istemiyorum hiçbirinin."

    DM:
    "Bazılarımızın elinde evet, daha çok kaotik saldırılara karşı ümmin sistemimizi korumak ve onların zaaflarına karşı etkili olabilecek ekipmanlar bunlar. Sizin yapmak istediğiniz nedir peki? Hepsini elimizden alıp bir mahzene gömmeyeceksiniz heralde?"

    Necros:
    "Saçmalama tabi ki hayır. Bunlara ihtiyacımız olacak. Adamlarını geride tut. Benim yakınlarımda da olabilirsiniz. Siz baatezuların telepatik iletişiminiz vardı. Emirlerimi sana veririm, sen de Savaşakamçılayan'a iletirsin. Elbette her ne kadar size güçsüz görünsem de benim de savaşta küçük rollerim olur. Ama gerektiğinde tüm birliğini geriye taşımayı unutma.

    DM:
    "Elbetteki, bir hezimet beklemiyoruz tabiiki ama her duruma karşı kullanacağımız disiplinlerimiz mevcuttur."

    Necros:
    "Tanar'riler düzensiz olabilirler, ama onları küçümsemeyin. Düzensiz olan bir şeyin ne gibi sonuçlar doğuracağını bilemeyiz. Karşımıza glabrezularla dolu bir birlik de çıkabilir."

    Necros:
    Necros bir süre sessiz kaldı. Sonra devam etti. "Ben sana işaret verene kadar Savaşakamçılayan'ın görevini devralma. Herkesin yeteneklerini kullanmak istiyorum. Herhangi bir sorun var mı?"

    DM:
    "Elbette komutan, tüm bunların bilincindeyiz zaten. Kan Savaşının neden bitmediğinin göstergelerinden biridir bu da. Neye karşı nasıl karşı koyacağımızı pekala biliyoruz."

    DM:
    "Herhangi bir sorun yok. İzninizle efendim..."

    Necros:
    "Çekilebilirsin." Necros arkasını döndü ve Savaşakamçılayan'ı beklemeye başladı. Raporu gerçekten de önem taşıyordu. Askeri konulara uzak olsa da arazinin savaşın kazanılmasında önemli bir etken olduğunu biliyordu.

    DM:
    Ateşüfleyen Necros'un izniyle tekrar grubunun konuşlandığı bölgeye döndü. Necros bir süre daha beklediğinde Savaşakamçılayan hızla hisardan çıkarak birliğe yöneldi, sora Necros'u daha ileride bir noktada görünce yolunu o tarafa doğru değiştirdi. Büyücünün yanına geldiğinde boğazında fokurdayan birşeyler varmışta ses içersinden geliyormuş gibi konuşmaya başladı; "Efendim, ikinci bir emre kadar hisardan çıkış yasaklanmış. Bizi bekleyen savaştan ötürü olsagerek. Savaş alanı ve taktik konusunda daha sonra siz bizzat ve birebir bilgilendirilecekmişsiniz."

    DM: Savaşakamçılayan hırlaya hırlaya Necros'un karşısında dikilmeye devam etti. daha önce görmediği birşey vardı sırtında şimdi; Bir yığın zincir gelişigüzel sırta asılmıştı...

    Necros:
    Necros iç çekti. "Yazık. Araziyi incelemek istiyordum. Yolda hiç söylentiler duydun mu peki? Askerler arasındaki dedikodular gibi." Necros yavaş adımlarla ilerlemeye başladı.

    DM:
    "Hayır efendim, hiçbir şey..." hırlamaya devam etti...

    Necros:
    Necros aniden durdu ve Savaşakamçılayan'ı süzdü. "Sen neden hırlayıp duruyorsun? Bir sorun mu var?" diye tersçe sordu.

    DM:
    Savaşakamçılayan sözlerle beraber hırlamasını kesmeye çalıştı. "Çnemi yok efendim, geçer birazdan..." sözlerden sonra hırlama yavaş yavaş nefes alıp vermeye döndü. Ama savaşakamçılayanın gırtlağından çıkan nefes alıp verme sesi de pek beklendiği gibi değildi tabiiki...

    Necros:
    "Bu hırlamanın sebebi nedir peki?" diye buz gibi sordu Necros. Madem şimdi geçebiliyordu, onu başlatan bir şey de olmalıydı. Hamatulalardan birisi Ateşüfleyen'i ona ispiyonlamış mıydı yoksa?

    DM:
    "Hiçbir sebebi yok, ama benimki gibi bir bedene sahip olsaydın derin nefes alışverişlerini hırlama olarak algılamazdın." dedi bu sefer, hala hırlıyordu ve şimdiye kadar hırlamasından sorun yaratan tek kimse bu büyücüydü.

    Necros:
    "Eğer benimki gibi iki tarafın da çıkarına olacak bir anlaşma yaparken buraya hapsedilseydin..." dedi Necros Cania'yı anımsatacak kadar buz gibi bir şekilde "Sen de her şeyi olduğundan farklı algılardın."

    DM:
    "Söylediklerinizden hiçbir şey anlamadım efendim, ne demek istiyorsunuz?" hamatula belini dikleştirdi.

    Necros:
    "Boşver." diye mırıldandı Necros. Elini salladı. "Eğer şimdi giriş çıkışlar yasaklandıysa muhtemelen tanar'riler yakındadır. Gidip herkesi hazırla. Ne zaman gitmemiz gerektiği bilinmez."

    DM:
    "Pekala efendim" dedi Savaşakamçılayan ve kısa süreliğine konsantre olduktan sonra ortadan kayboldu...

    Necros:
    Ortadan kaybolmasıyla birlikte Necros dikkatini bir süredir veremediği bir şeye verdi: Parmağındaki yüzüğe. Yüzüğü çıkarıp atmalı mıydı? Ama bunu yapması tehlike demekti. Onu bu yüzükle izlediklerini söylemişlerdi. Yüzüğü çıkarırsa bunu fark etmezler miydi?

    Necros:
    Necros yüzüğü parmağında çevirmeye başladı. Bir süre daha alıkoymaya karar verdi. Sonra birliğine doğru ilerlemeye başladı. Neden savaşta öne sürülmektense bu birliği ona vermişlerdi? Anlayamıyordu. Ama her şey bitmeden, anlayacağı kesindi.

    DM:
    Necros birliğe döndüğünde birliklerin dağılmış ve kendi barakalarına yerleşmiş olduklarını gördü. Barakalar birlik düzenine göre belli bir sıraya ayrılmıştı... Biraz sonra bomboş arenaların çevrelediği alanda olacaktı tekrar...

    Necros:
    Necros çevrede kendi kullanımına ayrılmış bir yer aradı. Herhalde kendisine de uyuklayacak bir yer verilmişti. Eğer verilmediyse... Eh, o halde biraz sorun yaşayacaktı.

    DM:
    Bunun içinde aklına gelen tek yer barakalardı. Necros kendi birliklerinin bulunduğu barakaları kısa sürede buldu, kendisi için verilmiş özel baraka özel bir mühürle belli edilmişti ve diğer barakalardan daha büyük ve ihtişamlı görünümüyle bu barakanın kendisine verilmiş olduğu belli oluyordu...

    Necros:
    Necros memnunca gülümseyerek kendi barakasının kapısına elini uzatıp kapıyı açmaya çalıştı.

    DM:
    Kapı onun hamlesiyle açıldı, büyücü metal basamakları birer birer tırmanarak barakaya girdi. İçerisi oldukça sade görünüyordu. Barakanın ilk katı tam bir komutan için dizayn edilmişti. Etrafta savaş için kullanılabilecek malzemeler bulunmaktaydı, ortada yuvarlak bir alan korkuluklarla çevrelenmişti. Bu katta birde kütüphane bulunmaktaydı ki üzerinde onlarca kitap bulunmaktaydı. Barakanın üst katına çıkıldığında bir yatak ve yiyecekler göze çarpıyordu, burada da bir kütüphane vardı fakat üzerinde çalışılacak bir masa ve üzerindeki malzemelerden ibaretti bu kütüphane...

    Necros:
    Necros burada kendisini donatabilirdi. Hem-her ne kadar kullanmayı bilmese de-silahlar, hem de kitaplarla. Kitaplar elbette ilk tercihiydi ama silahlara da bakmadan geçemezdi. Başbüyücü silahlara doğru ilerledi ve kullanabileceği tarzda silahlara bakındı.

    DM:
    her çeşit silaha burada yer verilmişti. Necros silahların bir ustanın elinden çıkmış olduğunun farkındaydı, kendine uygun silah olarak da bir asa gözüne çarpmıştı, tersi bir mızrak olan asa... yanı sıra daha önce görüp kullanmayı denediği ve verim aldığı hafif ekipmanlarda burada gözüne çarpmıştı...

    Necros:
    Ayin için silahlarını laboratuarında bıraktığı düşünülürse, burası Necros için tam bir nimetti. Necros uzanıp asayı aldı. Kullanışlı olacağı kesindi. Ardından bir hançer aradı. Ayrıca daha önce denememesine rağmen hafif bir arbalet de işine yarayabilirdi.

    DM:
    Hemen ilerisinde bir hançer gözüne çarpmıştı, sonra bir tane daha, bunlardan biri kapkara bir metalden yapılmıştı, öteki ise anlayamadığı bir yapıya sahipti. Oldukça ağırdı. Ve iki farklı boyutta iki arbalet Necros un odasında bulunmaktaydı, biri orta boy diğeri daha ufak görünümlü iki arbalet

    Necros:
    Necros düşünerek iki hançeri de aldı ve ufak görünen arbaleti de kolunun altına sıkıştırdı. Sonra üst kata çıkmaya başladı. Yemek yerken bir yandan silahları inceleyecekti.

    DM:
    Necros elinde silahlarla beraber üst kata çıkmaktaydı, demirden merdivenler her adımında tok bir ses çıkarırken o genişçe bir girişin takip ettiği odasına adım attı. İlk anda üzerine bir anda yüklenen bir büyüsel enerji hissetse de bu sadece bir milisaniyelik bir hissiyattı. Odaya girdiği anda bu ortadan kaybolmuştu. İçerisi ise diğer iki katın dışında dışarı doğru uzanan bir balkona ve içeri doğru uzunca devam eden bir girintiye sahipti, oda içine oda yerleştirilmişti adeta, bir tarafta kapalı bir kapı onu beklemekteyken diğer tarafta yemek yiyebileceği bir miktar yiyecek ve boş, düzlemsel, birbiri üzerine tersten geçirilmiş iki üçgenin bulunduğu bir başka alan vardı. Bu odanın gizemi, diğer ikisine göre daha anlaşılması güç sayılırdı.

    DM: Ve yine alaşımlardan oluşturulmuş barakanın duvarlarında hep aynı sembol göze çarpıyordu, tersten iç içe geçirilmiş iki üçgen ve bu iki üçgenin iç kenarları boyunca çizilmiş alevler saçan bir şeytan. Tıpkı kendi ordusunun da flamasını taşıyor olduğu sembol gibi. Henüz bu sembolün ne olduğu hakkında çokta fikir sahibi değildi.

    Necros:
    Necros elindeki silahları yemek masasının yanına koydu ve şekillere baktı. şeklin ne olduğunu bilmiyordu, ama ya Zek'arab'ın, veya kumandasındaki bölüğün sembolü olabilirdi. Yine de bilemezdi ki. Belki aşağıdaki kitaplarda bunlarla ilgili bir şeyler bulabilirdi. Ama önce şu yemeği yiyip silahları incelemek daha mantıklı geliyordu ona. Silahlarda belki büyülü bir şeyler bulabilirdi. Pek umudu yoktu, ama yine de riske atmaya değmezdi.

    DM:
    Çnündeki orta boy masanın üzerinde bir yaratığın gövde bölgesinden koparılmış bir parça durmaktaydı. Çnünde yaklaşık 20 kiloluk bir parça vardı ve kanıyla beraber masanın üzerine yayılmıştı. Onun için bu parçalanmış et parçası pekte iştah uyandırıcı olmasa gerekti.

    Necros:
    Sigil'ın aristokrat malikanelerindeki krallara layık yemeklerden, Avernus'taki bir barakadaki kanlı et parçalarına... Eğer Necros-çoktan rezil olmuş-aristokrat kimliğini korumaya çalışmasa gerçekten de ağlayabilirdi. Burun kıvırarak et parçasının yanından geçen Başbüyücü, iki hançeri de detaylıca incelemeye başladı.

    DM:
    hançerlerden birinin üzerinde bariz bir büyü olduğundan emindi, diğerinde ise farklı birşeyler seziyordu. Büyüden farklı birşey.

    DM:
    hançerlerden sağ elinde tuttuğu üzerinde 8 elipsin üst üste geçirildiği bir sembol taşımaktaydı, bu sembol yine kenarları eğriltilerek elipsleri çevreleyen bir üçgenin üzerindeydi ve hem üçgenin merkezinde, hem de elipslerin ortasında kızıl minik bir taş göze çarpıyordu, taşın oldukça kıymetli olduğu belliydi ve eğrilmiş üçgenin etrafına çizilmiş kaba görünümlü rünlerde bir büyüsellik olduğu açıktı. Sol elinde tuttuğu hançer ise kapkaraydı, sanki üzeri dumanla buğulanmış gibi. Daha önce hiç böyle bir metale rastlamamıştı. Daha dikkatli inceleyecek olursa hançerin daha önce karşılaştıklarından, hatta elindeki büyülü olandan bile daha sert bir metalle dövülmüş ve çok daha keskin olduğunu anlayacaktı.

    Necros:
    Soğuk metal ile bir ilgisi olabilir miydi acaba? Pek sanmıyordu. Daha önce hiç böyle bir şey görmemişti. O halde ne olabilirdi? İki hançerdeki gizemi de ortaya çıkartabilirdi ama bu ona pahalıya patlayacaktı kesinlikle. Yüzünü buruşturan Başbüyücü, sıkıntıyla çevresinde bir şişe şarap ve bardak aradı.

    DM:
    bardak namına, kalın ve geniş alüminyum parçalar gözüne ilişiverdi kenarda bir yerde, burada iki kalın şiş, birde ince uzun bıçak görmüştü. Ama ortalıkta ne şarap ne de benzer bir içki görebiliyordu. Belli ki bu baraka bir insana göre dizayn edilmemişti. Bunu düşündükten sonra masanın üzerindeki et parçasının kanını tatmanın bir şeytana ne kadar büyük zevk vereceğini düşünmeye başladı büyücü...

    Necros:
    "Ne kadar da zevksizler." diye mırıldandı Başbüyücü. Ama daha çok gıcık kapmıştı. şarap, yapacağı büyünün bileşenlerinden biriydi ve o olmadan yapamazdı. Sinirli bir edayla Silahları alıp toparlandı ve aşağıdaki kütüphaneye inmeye karar verdi. Nasıl olsa yemek yiyemeyecekti. En azından orada buradaki amblemi araştırabilir ve bu hançer hakkında bakınabilirdi.

    DM:
    Necros yavaş yavaş aşağıdaki kütüphaneye doğru indi. burada kendisi için yerden oldukça yüksek bir masa ve yine uzun ama oldukça da kalın bir sandalye bekliyordu. Büyücü materyalleri boş masaya yaydı.

    Necros:
    Necros kara hançeri tekrar inceledi. Hayır, ne olduğunu çıkartamıyordu. Böyle bir şey gördüyse bile hatırlayamıyordu bir türlü. Ama en azından üzerinde bir büyünün olup olmadığını çıkartabilirdi. Başbüyücü havaya tek bir rün çizdi ve rünü okudu. Ardından hançere yoğunlaştı. (Detect Magic)

    DM:
    Hançerin ağız kısmına çizilmiş rünler ve şekil üzerine yoğunlaştı Necros. Çizdiği merkez rün hançerin üzerine doğru yaklaştı, yaklaştıkça tek bir yön daha baskınlaşmaya başladı. Merkez rünün şekli sağ alt kısmına çizilmiş alt rünün şekline dönüşmeye başladı. Rün tam büyülü hançerin üzerine geldiği vakit tamamiyle farklı bir rün haline gelmişti. Necros un bilgileri ona, bu yeni rünün transmutation merkez rünü olduğunu anlatıyordu.

    DM:
    öbür hançer üzerinde herhangi bir büyü sezilmedi. Çizilen merkez rün havada kaybolup gitti.

    Necros:
    Necros kaşlarını çattı. Bu hançerin hala nasıl bir şey olduğunu anlayamamıştı. Anlayabileceğini de sanmıyordu. O halde... Başbüyücü ayağa kalkıp raflardaki kitapları incelemeye başladı.Kitap başlıklarından silahlarla ilgili olanlara özen gösteriyordu. Hançerler hakkında açıklamalar bulunabilirdi. Ama asıl dikkat ettiği şey, ona gördüğü sembol hakkında bilgi verebilecek olan kitaplardı.

    DM:
    Kitapların çoğunluğu tarihi içerik taşıyordu, Kan savaşı ve Baatezu'lar üzerine kitaplardan, Tanar'ri ler üzerine edinilmiş bilgilere, baatezu metamorfozlarına kadar çeşitli kitaplar mevcuttu. Savaş taktikleri ile ilgili kitapların içersinde silahlarla ilgili bazı şeyler bulabilirdi, bu amaçla bu konuda yazılmış birkaç kalın kitabı eline aldı. Bu kitaplar büyük ihtimalle Kan Ovalarını daha önce komutanlık yapmış şeytanlardan biri tarafından yazdırılmıştı.

    DM:
    Necros birkaç saattir barakanın içerisine adeta kapanmıştı ki yarım saattir yaptığı araştırmalar sonunda Avernus'ta kullanılan silahlar konusunda bazı bilgiler bulabilmişti.

    DM:
    Hançerler üzerine yapılan açıklamalar genellikle tanar'rilere karşı daha etkin olabilen büyülerin işlendiği çeşitli hançerler illüstre edilmişti. Bunun yanısıra hançerlerin yapılma yöntemleri sıralanmıştı ki Necros buradan kendi aradığı bilgi ile ilgili bir parça bulabilmişti.

    DM:
    Söylenenler Avernus üzerinde dövülen bazı silahların Styx nehri ile birleştirerek

    DM:
    üzerine çeşitli lanetler yüklenebileceği, farklı alaşımların bir araya getirilerek daha önce görülmemiş metallerin ortaya çıkabileceği ve bunların normalden çok daha keskin ve usta işi olabileceği yönündeydi.

    DM:
    Hançeri ile ilgili bu nokta Necros'un kafasına işlemişti. Styx Nehrinin gizemleri konusunda henüz hiçbir şey bilmiyordu ne de olsa. Daha önce flamalarda görmüş olduğu sembol ise kısa bir araştırma sonunda anlayacaktı ki Avernus topraklarına hükmeden Kan savaşının Savaş Efendisi Bael'in mührüydü. Eline aldığı her kitabın kapağına bu sembol işlenmişti...

    Necros:
    "Styx Nehri..." Necros kanı donmuş bir şekilde kitapları elinden bırakmıştı. Styx hakkında o kadar az şey biliyordu ki... Kendisi bir baatezu olmadığından, silahın kendisine de zarar verebileceğinden korkuyordu. Böyle bir şey pek olası değildi gerçi, yine de... Necros bazı notlar almak için çantasını açtı. Biraz yiyecek, bir matara, mürekkep şişesi ve tüy kalem, küçük bir şişe şarap, birkaç parça parşömen. İşte bunlar. Bir parça parşömen, tüy kalem ve mürekkep şişesini çıkarttı Necros. Sonra ayağa kalkıp savaş taktikleriyle ilgili olan kitapları kucakladı. Tanar'rilere karşı işine yarayabilecek birkaç şeyi not alacaktı.

    DM:
    Necros'un bu işi yapabilmesi için saatlerini vermesi gerekecekti. Yine de büyücü üşenmedi buna, eline Tanar'riler üzerine yazılmış 4 kitap vardı. Dört kalın kitap. Sonra onları önünde rahat erişebileceği bir noktaya koydu ve çalışmalarına başladı.

    DM:
    İlk eline aldığı Kitabın kapağına kapkara bir mühür altında "Abyss'in Sürüleri" yazılmıştı. Kitap oldukça kadim gözüküyordu ve üzerine yazılmış harflerde oldukça eskiydi, bazı noktalarda deşifre etmesi gerekiyordu bu yazıları

    DM:
    Kitapta yazılanlar tanar'ri sürülerinin türlerini içeriyordu. Bilinen türler üzerinde rehber niteliğinde bazı bilgiler mevcuttu. Neye benzedikleri, savaşlarda cehennem lejyonlarına karşı nasıl mücadele ettikleri, kendi içlerindeki mertebeler ve bilinmeyen bazı türleri üzerine bilgiler mevcuttu.

    DM:
    Diğer bir kitap tümüyle Abyss i konu almıştı. Necros bu kitabı okurken diğerinden de çok zorlanmıştı. Kitap deşifre edilmesi zor olmakla beraber kullandığı dil bakımından da oldukça ağırdı. Necros infernal dilini bilmesine rağmen çoğu sözcüğü anlayamıyordu ve kompleks cümleleri çeviremiyordu. Necros daha önce infernal dilinin şeytan soylarına göre çeşitli mertebelere ayrıldığını duymuştu fakat bununla ilk kez yazı dilinde karşılaşmıştı. Elindeki kitap soylu şeytanların kullandıkları ihtişamlı dilin bariz bir örneğiydi.

    DM:
    Kitaptan edindiği bilgiler ise sonsuz katları olan Abyss idi. Kitabın daha en başında, Abyss in sonu olmadığından bahsedilmişti, çünkü gerçek korku ve kaos belli bir sayı veya son ile ifade edilemezdi.

    DM:
    Kitabın yarısına geldiğinde iyice yorulduğunu farkediyorsun, zihinsel bir yorgunluk tümüyle üzerine çökmüş durumda.

    Necros:
    Necros Kitabı açık bıraktı. Yazı malzemelerini ise masada tuttu. Masadan kalkıp üst kattaki yatağa gidecekti ki durdu. Geceleyin kürek kemiklerinin arasına sağlanacak olan bir hançerle, her şey bitebilirdi. Başbüyücü merdivenden aşağı indi. Barakanın kapısına geldi. Kapıyı kilitlerken diğer elini keselerinden birisine daldırdı ve bir tutam altın tozu çıkarttı. Bunu kapıya dikkatle serpelerken boştaki eliyle kapıya bir rün çiziyor, ve dudaklarından mırıltı halinde büyünün sözcükleri dökülüyordu. (Arcane Lock) Bittiğinde ise memnun bir gülümsemeyle merdivenden yukarı çıktı. Cüppesini çıkartıp çantasıyla birlikte yatağın yanına koyan Başbüyücü, hançerleri yastığının altına gizledi ve kendisini uykuya verdi.

    DM:
    Necros yatağa uzandığı vakit tüm odayı görebiliyordu, geniş bir salon. Salon iki farklı kısma ayrılmıştı, İlk kısm kendi yatağınında içinde bulunduğu yatak ve yiyeceklerle beraber boş bir alanında bulunduğı kısım, ikinci kısım ise bir kapı ile ikiye ayrılmış ikinci kısım, ki ikinci kısmın bir yanı kapı ile ayrılmışken diğer kısımda boştu, zemine geniş bir pentagram çizilmişti.

    DM:
    Yatak ise sertti, oldukça sert, sadece yerden yarım metre kadar yükseltideydi ve Necros yatabilmek için önce altına bir çul sermiş, sonra da çulun diğer bir parçasından kendisine yastık yapmıştı.

    Necros:
    Başbüyücü'nün gözkapakları ağırlaşırken nasıl olup da böyle bir yerde uyumayı göze alabildiğini düşünüyordu. O kadar trajikti ki durumu.. Hamatulaları yemeye veya uyumaya ihtiyaç duymazken, o böyle zavallı bir şekilde bunlara ihtiyaç duyuyordu. Onlar gibi olabilmeyi isterdi şimdi. Yorulmadan çalışabilmeyi, yemek gibi şeylerle vakit kaybetmemeyi isterdi. Ama malesef ki durumu böyle değildi. Açtı, ama çantasındaki yiyecekleri henüz yiyemezdi. Daha da acıkacağı zamanlar gelecekti ve Baator'da kendi zevkine uygun yiyecekler bulabileceğini pek sanmıyordu.

    Necros:
    Zek'arab'ın burada bulundurduğu gücü tahmin edebiliyordu. Veya onun üstü, Bel? Veya daha da üstleri? Necros'un içi, çok uzun zamandır hiç hissetmediği kadar büyük bir kıskançlık ve güç hırsıyla doldu ve kendinden üstte olan herkese karşı bir anlığına muazzam, korkulası bir nefret hissetti. Denetimi nadiren bu kadar fazla yitirirdi, ama şu anda gerçekten de tek istediği ondan yüksektekilerin yıkımıydı.

    Necros:
    Sonra geçti. En sonunda kendisini kontrol altına alabilmişti. Az önceki anlamsız düşüncelere kendisini temelli kaptırmadığı için bir şükür duası mırıldandı Başbüyücü. O duygulara kendisini kaptırsaydı, hayatı boyunca varlığına inandığı ve içinde yükseklerde bulunmak için çabaladığı düzeni inkar etmiş ve ona karşı savaş açmış olacaktı. Bu kabul edilemez bir şeydi.

    Necros:
    Denetimini tekrar sağladığında Başbüyücü gevşemeye başlamıştı bile.

    DM:
    Necros gevşemesinden kısa süre sonra uyuyakalmıştı. Sert zemin onun uyumasına her ne kadar pek imkan tanımasa da o zor olanı kısa sürede becerdi. Çzerinde yaşayan milyonlara değin şeytanı ile taşının hatta toprağının bile karanlık ve kötülük barındırdığı düşünülen Avernus'ta uykuya daldı.

    _________________
    Bu kullanıcı siteden ayrılan fakat forum düzeni açısından mesajlarının durması gereken kullanıcılar için ayrılmıÅ?tır. Kullanıcı kesinlikle yoktur. Sorumluluk ve yükümlülükleri site yönetimindedir
    Back to top View user's profileSend private message
    Eldarin_






    Joined: Dec 20, 2006
    Posts: -27
    Location: Yolcu

    PostPosted: Tue Feb 14, 2006 8:52 pm Reply with quoteBack to top

    ---------------Avernus'ta gerçekten farksız bir düş...---------------

    DM:
    Necros ayaktaydı. Her şeyiyle ortamı, etrafındakileri ve kendisini gerçekmiş gibi görse de bunun bir rüya olduğunu düşünüyordu, gerçeklik onu yanıltıyor olamazdı çünkü. O devasa holde dimdik bekliyordu. Çzerinde beklentili ve bunun verdiği sıkıntılı bir havası vardı. Sanki burada olmak istemiyormuş da zorla getirilmiş gibi. Ve aynı şekilde burada olan hiç kimsenin gözünde bir değeri yokmuş gibi...

    DM:
    Umarsızca etrafı izlemekteydi büyücü, ve ellerini göğsüne gömmüş sabırla beklemekteydi. Odada ise üç kişi onunlaydılar. Birisi daha önce Yeminer Tapınağında da görmüş olduğu Kara Bekçi, diğeri havada belli belirsiz görünen bir ruh, bir gölge, bir diğeri ise üzeri tamamiyle kakara çarşaflar ve pelerin ile örtülmüş ince görünümlü bir kimse, muhtemelen bayan...

    DM:
    Necros bir süre daha bekledikten sonra hafif bir sarsıntı holde hissedildi. Ardından Kara Bekçi ona doğru yaklaştı. "Necros, Yeminer inananlarının sana ihtiyacı var. Onlar ve efendimiz Ulu Yeminer için bizim yolumuzu takip etmelisin. şimdi bunu al ve köprünün ardını geç..."

    DM:
    Ve elindeki kafatası şeklinde oyulmuş obsidiyen parçayı Necros'a verdi...

    DM:
    Sonra kapkara çarşaflar taşıyan ince ve karanlık hanım ona doğru yaklaştı. "Necros, Takhisis'in yolundan ayrılma. Tüm bunlar olup bitmeden önce ona bağlılığını sunmuştun. şimdi 5 başlı ejderha seni izlemekte, yapacaklarını bekliyor ve sana gerçek Kraliçemizin yolunu seçmen için bir fırsat sunuyor. Bunun eline verilmiş son fırsat olduğunu unutma sakın. Köprüyü bununla geçeceksin."

    DM:
    Ve elindeki Takhisis sembolünü Necros'a uzattı... Elindeki granit parçasının üzerinde kapkara hilal şeklinde bir ay vardı.Bu ayın gerisinde yine aşağı doğru oyulmuş ve granitin alt kenarına kadar uzatılmış ard arda iki ay daha görülmekteydi.

    DM:
    Sonra gölge Necros'a yaklaştı. Görünümünden cılız bir gölgeden çok bir şeytanın terör estirici etkisini kafasında şekillendirebiliyordu.

    DM:
    "Atalarımızın kanını ve gücünü sana sunuyoruz Spellweaver. Bunun karşılığında köprüden geçmeyeceksin. Bizimle kalacaksın..."

    DM:
    Ve boşluğun üzerindeki elinde bir şeytanın canlı bir şekilde atan kalbini tutuyordu, şeytan kalbini Necros'a uzattı...

    DM:
    şimdi üçlü yine geri çekilmişlerdi. Necros un elinde iki taş ve bir şeytan kalbi havada duruyordu. Seçim şansı onundu...

    Necros:
    Necros dehşet içinde üçüne de bakıyordu. Bu bir rüyaydı, kahrolası bir rüya. Ama bu lanet rüyada dahi yaşamının özellikle son döneminin içinde geçtiği üçgen karşısına çıkmıştı. Başbüyücü başını eğdi. İnanamıyordu. Bir yanda ailesinin nesillerdir sadakatle hizmet ettiği, kendisinin de bağlılığını sunduğu ama kayıp olan bir tanrıça, öbür yanda çok az birlikte olduğu, ama yaşayan bir tanrı, ve karşısında da asil kanıyla gurur duyduğu ama kendi annesi, babası ve büyükbabası sayesinde nefret ettiği ailesi. Böyle bir şeyi hak etmemişti o. Neden her şey kötüye gitmek zorundaydı ki?

    Necros:
    Başbüyücü öfkeyle yumruklarını tüm gücüyle sıkarken kemiklerin kıtırtıları duyuldu. Zihninde bir dürtü ona, hepsine "Canınız cehenneme!" diye haykırmasını söylüyordu, ama başbüyücü bunu yapmayacak kadar akl-ı selimdi. Yüreğinde ve zihninde kopan fırtınaları dindirecek seçimi yapmanın tek bir yolu olabilirdi.

    Necros:
    Necros başını gururla kaldırdı ve üç şekle de baktı. "Seçimim karşılığında bana tam olarak ne vaad ediyorsunuz?"

    DM:
    Çç şekilde aynı anda sese cevap verdiler. Bunu yapmaları gerçekten korkutucu olmuştu. "Sana vaad ettiklerimizi vaad ettik büyücü. Beklentin neyse bil ki onun çok daha azını bulacaksın. Vaad edilen bir şey olmayacak, ama belki seçimini yaptıktan sonra kendini bir yönden şanslı hissedebilirsin. Bu tamamen hangi seçimi yaptığın ile alakalı."

    Necros:
    Necros yeniden derin bir sessizliğe gömüldü. Düşünceli bir edayla ve yavaş adımlarla köprünün önüne geldi ve karşıya baktı bir şeyler görebilmek için. Gerçi bu sadece düşünebilmesi için kendi kendine yarattığı bir zamandı. Ama yine de karşıda da işine yarayacak bir şey görebilirdi.

    DM:
    Köprü ince ve uzun uzadıya devam ediyordu. Sisler bir yerde köprünün önünü kesmişti ve yolun devamını görünmez kılıyordu...

    Necros:
    Necros arkasını döndü ve üçlüye baktı. Yeminer.. Yeminer'e nasıl oldu da bağlanmıştı Necros? Ah evet, Takhisis kaybolunca onu bulabilecek bilgiyi onda bulabileceğini umarak gelmişti. Zaten Takhisis'i bulduğunda gidecekti. Ne kadar komik...kim kimi bulmuştu acaba? Sonra Necros önündeki atalarının ruhuna baktı. Ailesinin tarihçesi neydi? Ah evet, Elysium'da yaşayan bir grup ölümlü büyücü. Basit işlerle uğraşırlardı...ta ki aralarından güö hırsıyla çıkan bir tanesi gelip ailesinin gidişatını ebediyen değiştirene dek. Nekorrum isimli bu büyücü ölümbüyücülüğüne soyunmuştu. Ailesinin tapındığı önemsiz tanrıyı terk etmiş ve yeni bir tanrı aramaya başlamıştı. İlk karşılaştığı tanrı Takhisis'ti. Ondan nasıl da etkilenmişti. Elbette, etkilenmemesi mümkün müydü? Beş başlı, büyüleyici güzellikte ve korkunçlukta, devasa bir ejderha. Nekorrum ona orada sadakatini sunmuştu. Necros kendisinin Kara Kraliçe ile bizzat karşılaştığı zamanı hatırladı. Daha en basit büyüleri bile zorlukla yapıyordu. Majesteleri, onun gözlerine bakmış, bakışları eti ve kemiği deşerek ruhuna kadar inmişti.

    Necros:
    O günü çok iyi hatırlıyordu Necros. Onun gücünü çok iyi hatırlıyordu. Ama gel gör ki şimdi tanrıça kayıptı. Ailesini bir arada tutan, hayatlarını uğruna heba ettikleri tanrıça kayıptı.

    Necros:
    Obsidiyen kafatası, şeytan kalbi, Takhisis sembolü... Necros hızla üçüne de baktı. Yeminer buradaydı ve somuttu, ama ona asla sadakat beslememişti. Takhisis ortada yoktu, ama tüm sadakati ve sözleri onaydı. Ailesinden tek kalan kişiydi. Spellweaverlar artık yoktu.

    Necros:
    O halde ilk kararını vermişti. "Köprüden geçeceğim." dedi sertçe Başbüyücü.

    DM:
    Necros'un önünde boşlukta durmakta olan kalp bir anda silindi, aynı şekilde gölge de bir anda ortadan kayboldu...

    Necros:
    Ailesini reddetmişti. Necros başını hafifçe öne eğdi. Hayatı boyunca ilk defa gerçekten değer verdiği bir şeyin acısını yaşıyordu. Kendine hakim olamadan tek bir damla gözyaşı aktı. Sonra derin bir nefes alıp başını kaldırdı ve gözyaşlarını sildi.

    Necros:
    Bir yanda duran, sadakatinin olduğu ama kayıp olan tanrıçanın elçisine baktı, sonra diğer yanda yanında olan ama sadakat beslemediği tanrının elçisine baktı. Ne yapabilirdi ki? Onun bedeni, yüreği, ruhu kayıp olan tanrıçaya aitti. Yeminer'i seçse bile sadece onun için çalışmış olacaktı, tıpkı şimdiye kadar olduğu gibi. Bu diyara gelmesi, Yeminer'le tanışması, kuleye gitmesi.. Bunların hepsi kayıp olan tanrıçası içindi. Ama gerçekten onun için değer miydi?

    Necros:
    Necros, cüppesinin içinde duran Beş Başlı Ejderha madalyonunu çıkarıp baktı. Beş baş da ona her şeyini anımsatıyordu. Necros madalyonu öptü. Sonra da gidip, kara cüppeli kadının önüne diz çöktü. "Sadece Majesteleri Takhisis için yaşadım."

    DM:
    Aynı anda Kara Bekçi'nin sureti de kayboldu... Kara cüppeli hanım memnuniyetle Necros'a baktı. "Pekala büyücü. şimdi köprüden geç..."

    Necros:
    Necros ayağa kalktı ve köprüye baktı. Sonra kara hanıma döndü. "Karanlıklar Kraliçesi için." diye fısıldadı ve emin adımlarla köprüye ilerlemeye başladı.

    DM:
    Köprüye doğru ilerliyordu Necros. Göğsünde Takhisis'in kolyesi, elinde TakhisisÂ?in sembolü olan granit parçası. Köprünün başına geldiğinde hayatının seçimi ve yolu karşısındaydı...

    Necros:
    Başbüyücü kararlılıkla yolu izlemeye başladı.

    DM:
    Köprüde ilerlerken sisler yavaş yavaş aralanmaya başladı. Sisler aralandıkça köprü devam etti. Uzun yolun sonunda Necros köprünün tamamını geçmişti. yeni bulunduğu ortam son derece etkileyici bir tapınaktı. Takhisis tapınağı...

    DM:
    Hemen önünde geniş bir kaide duruyor, kaidenin gerisinde 5 metre boyunca yüksele bir sütun ve sütunun üzerine oturtulmuş dev bir Takhisis sembolü görünüyordu. Holün gerisi de vardı belli ki ama şimdilik geri tarafta sislerle çevriliydi. Ve kaide... Çzerinde bir oyuk vardı... Çnceden şekillenmiş bir oyuk...

    Necros:
    Başbüyücü yavaşça kaideye doğru ilerlemeye başladı.

    DM:
    Kaide 5 farklı koldan yükselen yılanlar şeklinde bir görünüme sahipti, üzerinde hiçbir şey yoktu...

    Necros:
    Necros dikkatini bu sefer oyuğa yöneltti. Neyin nesiydi bu?

    DM:
    Granitin tam olarak üzerine oturabileceği bir oyuk, aynı şekilde kafatası ve kalpte buraya yerleştirilebilirdi, eğer seçseydi....

    Necros:
    Necros'un yüreğinden bir sızı geçti. O ihanete alışkın bir kişiydi, ama daha önce hiç yürekten değer verdiklerine ihanet etmemişti. O anda-her ne kadar çok az zaman geçirmiş olsa da-tuhaf bir şekilde Yeminer'e de fazla bağlanmış olduğunu hissetti. Yanlış bir seçim mi yapmıştı? Bilemiyordu Başbüyücü. Ama hayatını Takhisis'e adamıştı. Eğer bugün vazgeçseydi, yaşamının hiçbir değeri kalmazdı.

    Necros:
    Necros, granit sembolü alıp oyuğa dikkatlice yerleştirdi.

    DM:
    Sembol yerleşirken üzeri hafifçe parladı. Sonra kadidenin üzerindeki gölgeler tek bir vücut haline gelene dek toplanmaya başladılar. Bu olurken nereden geldiği belli olmayan bir gürültünün sesi etrafa dolmaya başladı.

    DM:
    Gölgeler bir vücut haline geldiğinde bunun, daha önce görmüş olduğu cüppeli hanım olduğunu gördü Necros. Seçimin bizi haddiyle memnun etti büyücü, şimdi bana yaklaş...

    DM:
    Kaidenin üzerinden büyüyle bir nesneyi hareket ettirirmiş gibi Necros'un üzerinden kendi üzerine doğru elini hareket ettirdi.

    Necros:
    Necros duraksamadı bile. Artık seçimini yapmıştı ve bir kez daha Takhisis'indi. Kayıptı, ama onu bulacağına yemin etmişti. Belki de bulmuştu bile. Başbüyücü kararlılıkla kara cüppeli hanıma yaklaştı ve önünde diz çöktü.

    DM:
    Kara çarşaflara bürünmüş hanım önünde eğilen büyücüye tek bir anlık minik bir tebessümle baktı. Sonra bazı sözler çıkmaya başladı dudağından...

    DM:
    Necros bir anda sözlerin etkisiyle kendinden geçer oldu, bu ani etkiye karşılık vermeye çalıştı fakat başarılı olamadı. Kara çarşaflı hanımın elleri doğruca Necros'un şakaklarına sabitlenmişti ve ellerinin etrafında simsiyah bir duman gezinmeye başladı. Gözleri dimdik Necros'un gözlerine kenetlenmişti ve gözlerini kırpmaksızın onu izliyordu.

    DM:
    Aynı şekilde Necros da iradesini şeytana teslim etmişti.

    DM:
    Ve Necros'un zihnine onlarca, yüzlerce, binlerce soru yöneltildi. hepsi sırayla, hepsi kusursuzca...

    DM:
    Ve Necros bunlara birer birer yanıt vermeye başladı, iradesizce, ama doğru olanları hep.

    DM:
    Ve Necros'un bilincindekiler ve bilinçaltındakiler, hayatı boyunca bildiği, öğrendiği ve unuttuğu her şey üzerine bir sünger tutulmuşçasına beyninden emilip çekildi.


    ----------------------------------------------------------- ------------

    _________________
    Bu kullanıcı siteden ayrılan fakat forum düzeni açısından mesajlarının durması gereken kullanıcılar için ayrılmıÅ?tır. Kullanıcı kesinlikle yoktur. Sorumluluk ve yükümlülükleri site yönetimindedir
    Back to top View user's profileSend private message
    Eldarin_






    Joined: Dec 20, 2006
    Posts: -27
    Location: Yolcu

    PostPosted: Tue Feb 14, 2006 8:55 pm Reply with quoteBack to top

    Uyanış... Kan Savaşı!!!


    Necros aniden uyanıverdi. Neler olduğunu tam olarak çözümleyememişti. Ama onu huzursuz eden bir şeyler olduğu kesindi. Etrafa bakındı, uyanıktı, gözleri ise kan çanağına dönmüştü. Tüm vücudu kupkuru kesilmiş, yorgunluktan bitap düşmüş gibiydi. Sanki hiç uyumamıştı!

    DM:
    Kol ve bacak kasları hala kasılmaktaydı, her hareketinde kramplar giriyordu vücuduna...

    DM:
    Aynı şekilde Necros, uzun süredir uyuduğunu da düşünmekteydi...

    Necros:
    Necros oturur vaziyete geçti. Kahretsin, neler olmuştu böyle? Gördüğü rüyanın bir anlamı var mıydı yoksa sadece Avernus'un getirdiği kötülüklerden birisi miydi? Başbüyücü ağrıyan başını ovuştururken gözlerini kapattı. Neler olduğuna akıl erdirmeye çalıştı.

    DM:
    Çzerine uzun uzun düşünmeye çalıştıysa da kendi adına bir bulgu elde edemedi. Tüm vücudu ağrıyordu, gözlerini kapattıı anda gözkapakları gözlerine adeta yapışır olmuştu ve bir sıcaklık gözlerini örtmüştü. Aynı zamanda acıyordu da bu gözler, uyumak istiyordu...

    Necros:
    'Uyuyakalalı' ne kadar olduğunu merak etmişti Necros. Tekrar uyumalıydı ama yine kötü şeyler olacağından korkuyordu. Bir anda aklına geldi: O Avernus'taydı ve hiç sevilmiyordu. Başını hızla kaldırarak çevresine bakındı. Sanki her gölgede bir suikastçi varmış gibi telaşlıydı.

    DM:
    Sonra dışardan güçlü bir ses duydu. "Hizaya gel!!! Uygun adım ileri!!!"

    Necros:
    Hiza? İleri? Kahretsin, savaş başlayacaktı neredeyse! Necros acelelyle hançerleri alıp kemerine sıkıştırdı ve sonra orta kata yazılarını almaya koştu.

    DM:
    Necros hançerlerini aldı, uyumadan önce efsunladığı kapıdan geçerek aşağı kata indi. Burada masada bıraktığı yazılar ve kitaplar hala durmaktaydı...

    Necros:
    Başbüyücü yazıları üst üste koyarak aceleyle katladı ve aceleyle çantasına tıkıştırdı. Bu sefer de en alt kata indi. Silahlıkta bıraktığı altı mızrak gibi sivri olan asayı eline aldı. Küçük arbaleti beline astı ve çantasının inine birkaç tane ok koydu. Sonra barakanın kapısına koşturup dışarı fırladı.

    DM:
    Necros dışarı fırladığı anda binlerce iblisin her tarafta sıralanmakta olduğunu gördü. Müthiş bir kalabalıktı bu, tamamı şeytanlardan oluşan devasa tugaylar...

    DM:
    Herbirinin başında efendileri emirler yağdırmakta hepsini hizaya ve uygun pozisyona sokmaktaydılar...

    DM:
    Bir anda büyücünün aklı başından gitmişti bu sahneyi gördüğünde...

    Necros:
    "Lanet olsun!" Necros küfrederken üzerindekileri iyice yerleştirdi ve dışarı çıkıp etrafına bakındı. Onun kahrolası birliği nerelerdeydi?

    DM:
    Necros birliğini hiçbir yerde göremiyordu. Etrafta bağırıp çağıran şeytanlar gözüne çarpabiliyordu. Herkes birliklerini bir düzene sokmak ve emirleri beklemekle görevliydiler.

    DM: Bir süre araştırdıktan sonra Ateşüfleyen NecrosÂ?un gözüne takıldı. Aynı şekilde o da NecrosÂ?u gördü ve ona doğru yaklaştı. Ateşüfleyen taburların arasından sıyrılarak Necros'un bulunduğu tarafa geliyordu.

    Necros:
    Çileden çıkmış haldeki Necros, ona doğru ilerledi. "Dokuz katman aşkına! Neden kimse bana haber verme zahmetine girmedi?!" diye hamatula büyücüsünü azarlamaya başladı Başbüyücü.

    DM:
    Ateşüfleyen çizgi haline gelmiş gözleriyle Necros'a bakıyordu, onun karşısında hazır pozisyona geçmişti. "Efendim ordular erken toparlandılar, bizlerde henüz tam bir araya gelmiş değiliz, buradaki ordularda öyle. Erken bir baskın bekleniyormuş sanırım. Siz Kutsal Olmayan Kale'ye gitmelisiniz. Efendimiz Kyrul'auth sizi taktik ve yöntem konusunda bilgilendirecekmiş. Kendisinin yanından henüz geliyorum."

    Necros:
    Necros başını sallayarak onayladı sonra tam harekete geçecekti ki durdu. "Bu Kyrul'auth.. Nedir o? Hakkında bilmem gereken önemli bir şey var mı?"

    DM:
    "Bende kendisini tam olarak tanımıyorum. Efendi Kanfatihi'nin altkumandanlarından biri diye düşünüyoruz."

    Necros:
    Necros tekrar başını salladı. "Peki nerede toplanacağız? Bu lanet kalede kaybolabilirim bile."

    DM:
    "Onlara 47.bölüğün başında olduğunuzu söylerseniz sizi yönlendirebilirler. Kendi açımdan yolu göstermeyi güç buluyorum. Yine de isterseniz sizinle beraber gelebilirim komuta odasına kadar"

    Necros:
    Necros sabırsızca elini salladı "Boşver, sen burada kalıp Savaşakamçılayan'a birliği toparlamasında yardım et. Daha işe yarar bir şey olur." Necros aceleyle yolunu bulmaya giderken, bu rezil hamatulalar kadar olup kendisini bu kumandanın yanına teleport edemediği için kendisine lanet ediyordu. Ah evet, teleportasyon gücünün sınırları dahilindeydi, ama hatasız bir teleportasyon için henüz o kadar güçlü değildi. Başbüyücü aceleyle yolunu bulmaya çabaladı.

    DM:
    Necros 15 20 dakika içersinde kalenin önüne varmıştı. şu anda kalenin hiçbir girişi yok gibi görünüyordu. Dümdüz bir kaleydi sadece. Kalenin etrafında yine birlikler toplanmıştı ve ana baba günüydü.

    Necros:
    Necros önüne baktı. Bir iblisi çevirip kumandanına oraya nasıl ulaşacağını sorabilirdi. Ama gidip aptal gibi bir cornugona dayılık taslamak da istemiyordu. Çevresine bakınıp kendisini bilgilendirebilecek birilerini aradı.

    DM:
    Etrafta tanıdık birilerini bulmak imkansızdı. Bilgilendirmek için ise, etrafta farklı birliklerin sancakları görülmekteydi. Onların dışında birilerini bulması oldukça güç olmuştu. Yine de sonunda kalenin önüne ışınlanan bir osyluth gözlerine ilişmişti. O herhangi bir sancağın nişanını taşımıyordu. Açıkçası soracak başka birisini de bulamamıştı.

    Necros:
    Necros aceleyle osyluthun yanına seğirtti. En iyisi buydu. "Sen! Evet, sen! Kaleye nasıl girebilirim?" Necros, osyluthun rütbesini bilmiyordu, ama aşağı rütbeli birisine saygılı davranıp kendisini rezil etmektense üst rütbeli birisine saygısız davranmak yeğdi. En azından henüz buradaki hiyerarşiyi bilmediğinden bir hata olduğunu anlatabilirdi öyle bir durumda.

    DM:
    Osyluth tam buradan da teleport olacaktı ki koşarak onun yanına gelen cüppeli kimseyi gördü son anda. *"Kaleye giriş yasak"* dedi kısa ve kesin bir şekilde

    Necros:
    "Ben 47. bölüğüm komutanıyım ve Kyrul'auth'un yanına gitmem gerekiyor. O nerede? Kaledeyse, kaleye gireceğim. Değilse, bana nerede olduğunu söyle." dedi Başbüyücü buyurgan bir edayla. Başka derdi yokmuş gibi bir osyluthla uğraşıyordu şimdi de.

    DM:
    Osyluth ismi duyduktan sonra bir an duraksadı. *"Bunun için içerideki görevlilerle konuşmam gerek. şu anda teleport ile içeri giriş çıkışlar yasaklanmışdurumda."*

    DM:
    Sonra osyluth ellerini hafifçe iki yana açtı, gözlerini kapattı ve konsantre oldu.

    DM:
    Bir süre bu konsantrasyon devam ettikten sonra osyluth tekrar Necros'a döndü. *"Kuzeydeki savaş barakaları"* dedi ileriyi göstererek. Bakıldığında boş bir alaan mevcuttu orada ve bir yığı baraka dizilmişti. *"Efendimiz sizi orada, en büyük barakada -ki flamasını göreceksin, bekliyor olacak, hızla oraya gidin."* Ardından Necros'un hareketlenmesini bekledi, büyücü hareketlendikten sonra o da teleport olup ortadan kaybolacaktı.

    Necros:
    Necros hiçbir şey söylemeden koşar adımlarla barakalara doğru ilerlemeye başladı. Kimbilir ne kadar geç kalmıştı!

    DM:
    20 dakikadan daha uzun süre sonra Necros barakalardaydı. Burası tamamen boşaltılmış, etrafta hiçkimseler kalmamıştı neredeyse. Sonra Necros barakaların ortasında en büyük barakayı gördü. 4 katlı barakanın çevresi hala korunuyordu ve kendisini açıkça belli ediyordu. Necros o tarafa doğru yönelirken bir hamatula onu durdurdu. *"Kimsin? Niçin buradasın?"*

    Necros:
    Necros hamatulaya buz gibi bir bakış attı. Hamatulalar artık canına tak etmeye başlamıştı. "47. bölüğün komutanıyım. Komutan Kyrul'auth ile görüşeceğim."

    DM:
    Hamatula Necros'a dur demedi, onun ardından büyük barakalara doğru yol aldı sadece. Bu sırada 3 baraka da daha önce Necros un önünde çember oluşturmuştu, daha sonra ardından çember oluşturdular.

    Necros:
    Başbüyücü sessizce onu izlemeye baktı. Kyrul'auth'un nasıl bir şey olduğunu düşünüyordu. Cornugon mu? Gelugon mu? Yoksa başka bir çukur iblisi mi? Yok canım artık. Burada başka bir çukur iblisi sadece Zek'arab'ın başını ağrıtırdı. Yine de... Başbüyücü emin olamıyordu işte. Sadece hamatulayı izleyip, onun ne olduğunu görebilirdi.

    DM:
    Barakanın kapıları Necros için açıldı, içeride bir yığın hamatula daha Necros'u karşıladı. Onlarda dosdoğru komuta odasını gösterdiler. Necros komuta odasına girdi. şimdi Kyrul'auth karşısındaydı. Yüksek rütbeli bir gelugon.

    DM:
    *"Evet buyrun 47. bölüğün komutanı, bekletildiğimizden daha çok beklenti ve heyecan yaşamış olmanızdandır herhal bu aceleniz ve telaşınız. Buyrun geçin biraz soluklanmanıza bari iznimiz olmuş olsun."*

    Necros: Necros selam verdi sonra da rahatlayıp asasına dayandı. "Geciktiğim için özür dilerim Komutan Kyrul'auth. Takdir edersiniz ki kalede yeniyim ve sizi nerede bulabileceğimi bilmiyordum. Ve tabi ölümlü bedenimin kısıtlamaları da mecvut."

    DM:
    *"Buyrun dinlenin tabiiki 47. bölüğün komutanı. Dinlenmeniz bizim için sizin kim olduğunuzu tanıyıp bilmemizden daha önemli sayılabilir belki de, bir yerde. Böylece öncekine göre daha sağlıklı hareket etmiş oluruz hem, değil mi?"*

    Necros:
    Necros derin nefes alırken başıyla onayladı. "Evet Komutanım. Sanırım ismim size iletilmemiş Adım Necros..." gördüğü rüyanın etkisiyle soyadını söylemekte zorlansa da Başbüyücü devam etti "Spellweaver."

    DM:
    *"Pekala Necros Spellweaver. Aslına bakılırsa ne ismin ne soyun ne de ölümlülüğün bizim için bir kıstas teşkil ediyor. Benim gözümde 47. bölüğün komutanı cüppeli uzun boylu bir insansın sadece. Çncelikle bunu akıllara işlesek daha iyi bir düzen sağlamış oluruz."*

    DM:
    *"Haksız mıyım?"*

    Necros:
    Bir kez daha aşağı olduğu suratına çarpılmıştı. Ama baatezu doğası düşünüldüğünde beklenmeyecek bir şey değildi bu. Necros alışmaya başlamıştı. "Haklısınız Efendim."

    DM:
    *"Pekala cüppeli uzun boylu insan. Biliyorsun ki emrin altındaki bölükler savaş öncülüğü rolünü üstleniyor. Bunun sorumluluğunu ve yapacaklarını biliyorsun değil mi?"*

    Necros:
    "Madde düzleminde bu tip kuvvetlerin nasıl kullanıldığını biliyorum Efendim. Sizin aranızda başka bir kullanımı varsa veya aklınızda başka bir görev varsa bu konuda bilgisizim ne yazık ki."

    DM:
    *"Bilgisiz misin? Bunu nasıl bir üstüne söylersin asker!"* Kyrul'auth ayağa kalkmıştı şimdi. Sesi adeta kükreme gibi çıkıyordu. *"Bilgisizmiş! Bilmediğin ne var ki bölükbaşı!!!"*
    DM:
    *"Sana bunun için yeterli süre verildi, nasıl hala bilmediğin bir şeyler olduğunu iddia edersin!"*

    Necros:
    "Çzür dilerim Efendim. Yanlış anlattım. Demeye çalıştığım şey, stratejinizde ne gibi bir konuma sahip olduğumuzu bilmediğimizdir. Orduda bulunacağımız genel konum yani. Ve eğer bize özel olarak verilecek bir görevinizin olup olmaması." Necros düzgün anlatamamasına lanet etti.

    DM:
    *"Senin stratejimizdeki konumunu belirtmek üzere buraya çağırdım zaten. Stratejiler konusunda bilgili misin?"*

    Necros:
    Necros bir an duraksadı. "şey, bir kere bir savaşa katılıp bir goblin bölüğünü kumanda etmiştim. Tecrübem bundan ibaret malesef." Necros yalan da söyleyebilirdi elbette, ama yalan söylerse anlatılacakları anlayamayabilirdi, dolayısıyla bu da savaşta başarısızlık getirirdi. Necros'un zihninde Zek'arab'ın sözleri yankılandı bir anda: *"Senden başka hiçkimseden hesap sormayacağım, bana hesap verecek tek kişi de sen olacaksın!"* Başbüyücü ürpermeden edemedi.

    DM:
    Kyril'auth bu sefer tekrar ayağa kalkamadı. *"Sana stratejiler konusunda bilgili misin diye sordum asker, hayat hikayeni değil! *"Stratejiler konusunda bilgili misin!"*

    Necros:
    Necros kısa ve net olarak cevap verdi. "Çok az Efendim."

    DM:
    *"Kan Savaşındaki akibetinde yavaş yavaş belli oluyor öyleyse insan."* dedi kalın ve tiksintili ses tonuyla.

    DM:
    Sonra hemen yanından bir harita çıkardı, haritada Kan Ovaları ve Styx Nehri görülmekteydi, doğuda bir başka lejyon daha vardı ama o taraf detaylı çizilmemişti. Harita kenarlarından silikleştirilmişti.

    Necros:
    'Görürüz' diye düşündü Başbüyücü. Ama içinden bir ses de gelugona hak vermeden edemiyordu. Gerçekten de pek şansı yoktu. Necros dikkatlicee haritayı incelemeye başladı "Konumlarımız nereler Efendim?"

    DM:
    *"Bulunduğumuz konumu görüyorsun"* dedi eliyle Kan Ovalarını işaret ederek. *"Burada 100000 kadar şeytan korumaya çekilmiş durumda. Aynı şekilde doğudaki lejyondan da 300000 kadar yardım edecek. Ve yine 500 sürüyü Styx nehrine doğru harekete geçireceğiz."* şimdi Styx nehrini göstermekteydi, Nehir haritanın sol tepesinden başlayarak saol altına kadar kıvrıla kıvrıla devam etmekteydi.

    DM:
    *"Sürülerin bir kısmı Ovalardan 300 kilometre kadar ileriye yollanacak, senin yönettiğin sürü ise 550 km öteye yollanacak, yani styx nehrinin ötesine"*

    DM: *"Tanar'ri piçlerinin Styx nehrinin gerisinden Avernus'a inmeleri muhtemel, bunun için sen ve sürün ilk öncü olarak burayı tutacaksınız, başka öncülerde boylu boyunca Styx nehrinin ilerisini ve gerisini tutacak."* Sonra pençeli parmakları tekrar haritayı gösterdi, haritanın hemen sol altını gösteriyordu, gerisinde yanyana iki tepelik görülmekteydi. Bu iki tepeliği yine bir sıradağ dizisi izliyordu.

    DM:
    *"Burayı"* diye gösterdi Kyril'auth Styx nehrinin gerisini. *"Sen tutacaksın asker"*

    DM:
    *"Anlaşılmış mıdır?"*

    Necros:
    Necros bembeyaz olmuş bir tenle anlatılanları dinledi. Bu resmen ölüm fermanıydı. Ama ne yapabilirdi ki? "Anlaşıldı Efendim." dedi zorlukla.

    DM:
    Kyril'auth ciddi bir şekilde ayağa kalktı. *"Emir şu an itibariyle geçerlidir asker! Sürü ile beraber harekete geç! Saldırı yakındır!"*

    Necros:
    Başbüyücü selam verdi. "Emredersiniz Efendim!" Necros bunun ardından arkasını dönerek koşar adımla baraka çıkışına yöneldi.

    DM:
    Necros barakadan çıktı, Yine etrafında çeşitli rütbelerde şeytan askerler görmekteydi. Dışarıda ise aynı kalabalık mevcuttu. şimdi kendi sürüsünü bulmalıydı.

    Necros:
    Necros geldiği yerden geri dönmeyi denedi. Kahrolası yaratıklar gibi kendini oraya kusursuz bir şekilde nakledemezdi. Oraya gitmesi bile sorun olacakken, bu lanet yaratıkları acilen bulut yola çıkmaları en iyisiydi.

    DM: Necros yarım saatten biraz fazla süren koşuşturmacasının ardından tekrar kendi barakasını bulmuştu. Sürüler şimdi birer birer harekete geçmekteydi. Büyücü de acele etmeliydi, oysa üzerindeki mthiş yorgunluğu dahi atamamıştı. Günlerdir uykusuz kalmış gibiydi, kendi barakasının önüne geldiğinde ayaklarını zor sürüyordu. Etraftaki kalabalık ona sanki bir halisülasyon görüyormuş gibi geliyordu. Uğultular her yanını sarmıştı adeta...

    Necros:
    Başbüyücü gerçekten çok kötü bir haldeydi. Ne yapabileceğini hiç bilmiyordu. Çevresine bakınarak kendi hamatulalarından birini aradı.

    DM:
    Oysaki hepsi birbirine benziyordu, onları bulmanın bir yolu olmalıydı. Ama ne!

    Necros:
    Başbüyücü çevresine bakınmasına rağmen hiçbir şeyi ayırt edemiyordu. Tanrılar adına, bu savaşın sonuna kadar nasıl dayanacaktı?! Necros tek çaresini yaptı. "47 bölük, toplan!"

    DM:
    Necros bunları söyledikten sonra yere devriliverdi. Son sözlerini duyanlar onu sayıklıyor sanmışlardı...

    DM: Necros un etrafında ince uzun demetler halinde ışıklar yaklaşıyorlar, uzaklaşıyorlardı. Tuhaf varlıklar çevresinde geziniyordu ama onlara ne tepki verebiliyordu ne de korkusunu geri plana atabiliyordu.

    DM:
    Sonra gözler yavaş yavaş kapandı... Necros derin bir uykuya daldı...

    _________________
    Bu kullanıcı siteden ayrılan fakat forum düzeni açısından mesajlarının durması gereken kullanıcılar için ayrılmıÅ?tır. Kullanıcı kesinlikle yoktur. Sorumluluk ve yükümlülükleri site yönetimindedir
    Back to top View user's profileSend private message
    Eldarin_






    Joined: Dec 20, 2006
    Posts: -27
    Location: Yolcu

    PostPosted: Tue Feb 14, 2006 8:58 pm Reply with quoteBack to top

    Baator'un Zindanları, Hiç Dinmeyen Çığlıklar, Kafatası Kulesi...


    DM:
    Yeniden uyandığında Necros dar bir koridora bakan zindanlardan birindeydi. Altına bir çul serilmişti ve yerden dumanlar ince çizgiler halinde tütüyorlardı.

    DM:
    Necros uyanmıştı, bu sefer yorgunluğunu üzerinden atmış gibiydi. Bayağı dinlenmiş olmalıydı.

    Necros:
    "Kesin Ateş Çukurları'na gönderileceğim.." Necros, bayıldığından beri ne kadar süre geçtiğini hayal bile edemiyordu. Savaş ne olmuştu acaba? Kazanan taraftan şüphesi yoktu, ama kendi bölüğü ne olmuştu acaba? Daha da önemlisi, kendi akıbeti ne olacaktı acaba? Necros oturur pozisyona geçti ve üzerini incelemeye başladı. Açıkçası tek bir eşyasının bile kaldığına inanmıyordu.

    DM:
    Necros'un üzeri çırılçıplaktı...

    Necros:
    "Lanet madalyonu bile almışlar.." diye mırıldandı Necros. Sonra alayla kikirdeyerek parmağında, buraya ilk geldiğinde kendisine verilmiş olan yüzüğe baktı. O ne olmuştu acaba?

    DM:
    Parmak, sadece parmak...

    Necros:
    "En azından habire beni izlemeyecekler. Gerçi burada izlemelerine gerek de yok ya." Necros yavaşça ayağa kalktı ve çevresine bakındı.

    DM:
    Kapkaranlık bir hücredeydi şu anda, ilk Avernus'a indiğinde de benzer bir yerde bulunmuştu. Bu seferki daha korkutucuydu. Aşağıdan ve yukarıdan canavarların haykırışları yükselmekteydi. Bazen bir kadın sesine benzer oluyordu bu, bazen de bir bebek sesinden faksız. En küçük canlıdan en büyük canavara değin herkese ait sesler duymaktaydı hücrenin dışarısından gelen.

    DM:
    Ve bu hiç dinmiyordu. Zaman zaman canlılara ait olmayan seslerde geliyordu kulaklara ama yüzlerce binlercesinin ard arda haykırması çoğunlukla bu sesleri de bastırıyordu.

    Necros:
    İşkence zindanları! Belki de çokdan Ateş Çukurları'na gelmişti bile. Daha önce hiç bulunmamıştı orada, ama böyle bir hücre hayal etmiyordu. Yine de Necros'un üzerine muazzam bir umutsuzluk çöktü. Hala büyüsü vardı, evet. Ama malzemeleri yokken ne yapabilirdi ki? Necros tekrar kendini yere attı. Görünüşe göre buraya kadardı. En azından çabuk bir ölüme sahip olmayı isterdi. Savaş sırasında curcunanın ortasında bu sağlanırdı ama burada... Artık pek umut göremiyordu.

    DM:
    Necros tam bir umutsuzluk anına düşmüştü şimdi. O kendisini geriye atmışken yüzlercesinini binlercesinin çığlığı hiç dinmedi. Çlümlü zihinleri delirtecek derecede korkunç bir şeydi bu. Sonsuz çığlıklar hiç dinmiyordu.

    DM:
    Hücre ve önünde parmaklıklar, karşısınnda kapkara duvar görünüyordu. Yeden püsküren dumanlar dinmek bilmiyordu. Hücrenin sağında solunda aşağısında yukarısında hep birileri vardı. Çığlıklar buna işaret ediyordu.

    Necros:
    Necros o sırada bir şey fark etti. Yerden püsküren dumanlar.. Lanet olsun! Büyücü hemen zihnini çalıştırdı. Her büyü malzeme istemiyordu ya! Necros aceleyle havaya birkaç rün çizip bunları seslendirmeye başladı. (Protection from Fire)

    DM:
    Necros onca bağırış çağırışın içersinde zorlukla büyüsünü yapabildi. Büyü sözlerinin basit ve kısa olması da bunun olmasına imkan tanımıştı. Bir süre sonra artık ateşe karşı dayanıklılık sahibi olmuştu.

    Necros:
    Necros-tamamen anlamsızca-sırıttı. En azından artık Ateş Çukurları'nın-tabi oradaysa-ateşlerine karşı bir süre direnebilirdi. Necros bundan sonra parmaklıklara gitti ve dışarıda neler olduğunu görmeye çalıştı.

    DM:
    Demir parmaklıklar uzanabildiğine devam ediyordu, sağlı, sollu... Tepesinde ve aşağısında yine katlar vardı, duvar kavislenerek bir yerden sonra diğer hücreleri görememesini sağlıyordu.

    Necros:
    Necros'un yapabileceği en iyi şey şu anda bağırmaktı herhalde. şeytanlardan birileri orada olmalıydı. "Hey! Kimse yok mu?"

    DM:
    Ses sadece çığlıklara karışabiliyordu. Burada kimse kimsenin sesini umursamazdı ne de olsa. Necros onca çığlığın ve gürültünün içersinde kendisininkinin dikkate alınacağını anlamıştı o anda

    DM:
    Saatler birbirini kovaladı, sesler kimi zaman azaldı kimi zaman arttı. Saatler günleri buldu, günlerce aynı sesler devam edecekti. Necros fena derecede acıkmaya ve çıldırmaya yaklaşmıştı. Gitgide çürüyordu sanki burada. Adeta çürümeye terkedilmişti...

    DM:
    Ve bilinmeyen bir anda Necros buradan teleport edilerek tekrar Zek'arab'ın yanına getirildi. Aynı tahtta, aynı odada... Necros rezil bir haldeydi. Bu şeytanla ilk karşılaştığı andan beri hep böyle olmuştu. Hep günah onunlaydı, hep lanet onunlaydı.

    DM:
    Çukur İblisi nefret dolu bakışlarla devasa tahtında oturuyordu, karşısındaki çırılçıplak insanı izlemekteydin. *"Spellweaver. Karşımda duruyorsun? Tüm ihtişamınla, tıpkı köklü ailen gibi..."*

    Necros:
    Görünüşe göre burada ölecekti. Artık pek umudu kalmamıştı Necros'un. Ama en azından gülümseyerek ölecekti. "Açıkçası ailem hep üstlerine karşı dürüst olmuşlardır. Ama ben sanırım ölçüsünü biraz fazla kaçırdım." Saygınlığının son zerresini de kaybetmiş olan büyücü, içten bir üzüntüyle Zek'arab'a baktı.

    DM:
    *"Sonsuzluğa adımını atmadan önce bunu keşfedebilmen az da olsa yol katetmiş olduğunu gösteriyor ölümlü. Ama bu nihai sonucu değiştirmeyecektir. Kan Savaşı bitti ve sen yoktun. Birliğin de başarısız oldu. Daha önce seni tanıdığımı söylemiştim. Ama açıklama sunacak bir insiyatif vermiyorum sana. Çünkü savaşmadın. "*

    DM:
    Ve sonra Zek'arab Necros'un önünde yükseldi. Etrafa alevler saçmaktaydı. Gölgelere sinmiş olanlar biraz daha geriye çekildi. Ve bir kükreme duyuldu. *"Cezan ölümdür Spellweaver. Kafatası sütunu ile tanışacaksın!!!"*

    DM:
    Kafatası Sütunu: Necros bu ismi daha önce bir yerlerde duymuştu. Fakat üzerine fazla bir şey okuyamamıştı. Ve şimdi, oraya götürülüyordu...

    DM: Karanlıkların içersinden iki şeytan fırladı. Zek'arab ın pençeleri dosdoğru Necros'u gösteriyordu. *"Onu Kafatası Sütununa götüreceksiniz!!!"* Ardından iki şeytan Necros'u sağlı sollu yakaladılar. Çlüm onu bekliyordu, şimdi yakalanmıştı işte!

    DM:
    şeytanlar bir anda Necros'u alarak teleport oldular, tekrar kendine geldiğinde ise etrafında hiç yaşayan şeytan yoktu...

    DM:
    Necros Sütunun tepesindeydi şimdi, Kafatası Sütununun tepesinde.

    DM:
    Aşağısı görünmüyordu ve sütunda bir bilye tanesinden dev bir ejderha kafasına kadar her boyda şeytan kafatası bulunmaktaydı. Burası kafataslarının üstüste oturtulması ile yükseltilmiş göğü adeta delen bir kuleydi.

    DM:
    Ve Necros kulenin en tepesinde, tek başınaydı. Sonsuz uçurum onu bekliyordu. Sonra tek bir söz duyuldu, *"Atla..."*

    DM:
    Artık buradan kaçacak başka bir yer gözükmüyordu...

    Necros:
    Necros öylece durdu. Hiç kıpırdamadı. Sonra dudakları hafifçe şekillendi. "Majesteleri, en azından imanınızla öleceğim." Necros kendini boşluğa bıraktı.

    DM:
    Necros saniyeler boyunca havada kaldı, göğün sonu gelmiyordu sanki, uçurumdan atlamak ayrı bir histi, dipsiz bir uçuruma dalmak apayrı bir his. Bu korku onun kalbini durduracak gibiydi.

    DM:
    Ta ki...

    DM:
    'Büyüye karşı koyma Necros Spellweaver!'

    DM:
    Ses Necros'un ardından esen rüzgarla birmiş gibi gelmişti kulağına, ama gelmişti işte...

    DM:
    Kulağından çok zihnine gönderilmiş gibiydi ama o an her ikisini de ayırt edememişti.

    Necros:
    Necros gözlerini kapadı ve gülümsedi. Nasıl olsa dirense bile ölecekti. Nereye kadar kaçabilirdi ki? Çok kısa bir zaman için başbüyücülüğü tadan Necros, kendisini saldı ve ruhunu yolculuğa-ki muhtemelen yine dönüp dolaşıp Baator'a gelecekti-hazırladı.

    DM:
    Sonra Necros'un üzerine bir büyü yollandı. Hakikaten büyünün bedenine nüfuz ettiğini hissetmişti. Hiç direnmeye çalışmadı buna. Ve büyü onu bir anda bulunduğu noktadan aldı ve başka bir noktaya yerleştirdi...

    DM:
    Bir fırtınanın göbeğine...

    DM:
    Necros Kıyamet Grubu Seçilmişleri ile birleştirilmiştir...........

    ---------------------------------RPG'nin Sonu------------------------------------

    _________________
    Bu kullanıcı siteden ayrılan fakat forum düzeni açısından mesajlarının durması gereken kullanıcılar için ayrılmıÅ?tır. Kullanıcı kesinlikle yoktur. Sorumluluk ve yükümlülükleri site yönetimindedir
    Back to top View user's profileSend private message
    Eldarin_






    Joined: Dec 20, 2006
    Posts: -27
    Location: Yolcu

    PostPosted: Tue Feb 14, 2006 9:06 pm Reply with quoteBack to top

    -----RPG'NİN SONUNDA-----

    Necros Spellweaver--->+2 level

    RPG KIYAMETİN AYAK SESLERİ 1. KISIM SONU İLE BİRLEşTİRİLMİşTİR.

    Necros' a çok özel teşekkürlerimi sunuyorum. Bunca RP'yi bıkmadan usanmadan yaptığı, benim eziyetlerimi çektiği, msn diyaloglarını düzenleyip sonra elime verip al sen at abi dediği, herşeyini yitirmesine rağmen hala benimle aynı samimiyetle muhabbete devam ettiği için. Allah herkese böyle uysal oyuncu nasip etsin ne diyim :=).

    _________________
    Bu kullanıcı siteden ayrılan fakat forum düzeni açısından mesajlarının durması gereken kullanıcılar için ayrılmıÅ?tır. Kullanıcı kesinlikle yoktur. Sorumluluk ve yükümlülükleri site yönetimindedir
    Back to top View user's profileSend private message
    Display posts from previous:      
    Post new topicThis topic is locked: you cannot edit posts or make replies.


     Jump to:   



    View next topic
    View previous topic
    You cannot post new topics in this forum
    You cannot reply to topics in this forum
    You cannot edit your posts in this forum
    You cannot delete your posts in this forum
    You cannot vote in polls in this forum


    Powered by phpBB © 2001 phpBB Group

    :: HalloweenV2 phpBB Theme Exclusive ::
     
    FRPWorld.Com ülkemizdeki fantezi edebiyatı ve frp sevenleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir web sitesidir. 2003 yılında kurulmuş olan sitemiz kullanıcı ve yöneticilerimizin katkıları ile büyüyüp Türkiyenin en büyük frp sitelerinden birisi olmuştur. Galerisi, indirilecekler kısmı, akademisi, yazarları ile sitemiz tam bir frp hazinesidir. FRPWorld sizin de desteklerinizle böyle olmaya devam edecektir. FRP'nin doyumsuzca yaşandığı bu diyara hoş geldiniz.

    FRPWorld, yeni bir frp dünyası


    Sitede bulunan yazı, doküman ve diğer içerikler siteye ait olup başkaları tarafından kopyalanması, dağıtılması ya da ticari amaçla kullanılması yasaktır.
    Siteye yapmış olduğunuz katkılar frpworld.com'un olup bunları yayınlama ya da yayınlamama hakkı site yöneticilerine aittir.


    Sayfa Üretimi: 0.83 Saniye