Frp World Ana Menü
  • Frp World
    » Anasayfa
    » Forum
    » Anketler
    » Akademi
    » Kitap Tanıtımları
    » Haber Arşivi
    » Haber Gönderin
    » Makale Gönderin

  • Üyelere Özel

  • Kişisel
    » Hesabınız
    » Özel Mesajlar
    » Üye Listesi
    » Üye Arama
    » Siteden Çıkış

  • Site Bilgileri
    » Top10
    » Site Hakkında Yorumlarınız
    » İstatistikler
    » Destekleyen Siteler

  • Kullanıcı Menüsü
    Hoşgeldin, Diyar Gezgini
    Üye Adı
    Şifre
    (Kayıt Ol)
    Üyelik:
    Son Üye: CecileAno
    Bugün: 36
    Dün: 35
    Toplam: 90400

    Şu An Bağlı:
    Ziyaretçi: 1977
    Üye: 1
    Toplam: 1978

    Şu An Bağlı:
    01 : arosyf

    FrpWorld.Com :: View topic - Krallar Laneti
    Forum FAQ  |  Search  |  Memberlist  |  Usergroups   |  Register   |  Profile  |  Private Messages  |  Log in

     Krallar Laneti View next topic
    View previous topic
    Post new topicReply to topic
    Author Message
    Illyra
    Forum Yöneticisi





    Joined: Jan 25, 2005
    Posts: 2113
    Location: Duskwood

    PostPosted: Mon Jul 14, 2008 9:59 pm Reply with quoteBack to top

    Güneş koyu renkli denizin arkasından alçalmaya devam ediyordu. Hemen kıyısındaki çöl sessizdi. Yakınlardaki vahanın palmiye ağaçları lekesiz gökyüzüne doğru uzanıyor, bütün kumlar güneşin oyunu ile altın tanecikleri gibi gözüküyordu. Vahanın yakınına kurulmuş kamp hariç çöl sessizdi. O doğaüstü, insanın ruhuna işleyen büyülü sessizlik…

    Çıplak ayaklı bir karaltı kamptan çıkarak denizin kıyıcığına doğru ilerledi. Kısa bir süre sonra anlamsız bir şekilde yere eğildi ve avuçladığı kumları, içindeki hisleri yansıtırcasına denize fırlattı. Sonra üzüntüsü ve öfkesi içini tüketmiş gibi yere çöktü. Kendisini karın üstü kumlara teslim etti. Kıpırtısızdı.

    Kamptan çıkan bir başka karaltı, kıpırtısız yatan kızın yanına geldi ve bağdaş kurarak oturdu. Kız başını kaldırıp bakmasa da, ona konuştu.

    “Kötü gözüküyorsun.”

    Cevap boğuk bir şekilde geri geldi.

    “Çöl beni mahvediyor.”

    “O kadar da sıcak değil. Hem krallar vadisini görmeyi çok istiyordun?”

    “Hala istiyorum ama…”

    “Seni mutsuz eden nedir?”

    “Hiçbir şey.”

    Ama sesindeki minicik bir titreşim yalanını ele veriyordu. Çocuk bunu anlasa da bir şey söylemedi.

    “Bir sorun olduğunu tahmin ediyorum ama ağzını açmıyorsun.”

    “Çünkü paylaşmak istemiyorum.”

    “Yapma, dost olduğumuzu sanıyordum.”

    “Çyleyiz…”

    “Çyleyse?”

    “Konuşmak istemiyorum.”

    “Kumlara yatmış bir şekilde ölmeyi mi tercih edersin?”

    Kız doğruldu ve yüzünü denize dönerek kolları ile dizlerini sardı.

    “Asla bilemezsin. Çlmeyi öylesine isterdim ki…”

    “Yaşamak bu kadar güzelken mi?”

    Kız bir süre cevap vermedi, sam yeli ile karışan kırık dökük bir şarkı sözü mırıldanmaya başladı. Melodik sesi, büyülü sessizlikte daha olağanüstü duyuluyordu.

    “Ve sonsuza kadar sana dokunmaktan vazgeçtim
    Çünkü seni bir şekilde hissedeceğimi biliyorum
    Sen cennete en yakın olansın, benim asla olamayacağım gibi
    Ve sadece bu gece eve gitmek istemiyorum

    Tek tadabildiğim şey senin kokun
    Nefes alabildiğim yer ise yaşamın
    Biliyorum er ya da geç bu bitecek
    Sadece bu gece seni özlemek istemiyorum…”

    Sonra başını sallayarak ayağa kalktı ve gerisingeri kampa döndü. Bu sırada güneş aniden batmış, lekesiz gökyüzü kanayan bir lacivertten, siyah bir kadifeye dönüşmüştü. Bu gece ay yoktu, yıldızlar ise çok uzak gözüküyordu.

    Kamptaki diğer kişiler sessizdi. Yolculuğun gerginliği ve çöl herkesi yoruyordu. Gece çöktükten sonra gelen soğuk bütün yolcuları perişan etmişti. Sam yeli daha da şiddetlenmişti. Hatta kamp lideri gece yarısında bir kum fırtınasından bile şüphelendi. Ama geceyi sağ salim atlatabildiler.

    Sonraki gün güneş yeniden parlak kumlar üzerinde yükselerek çölü altın rengine boyadı. Krallar vadisine yapılan yolculuk devam ediyordu...

    (devam edecek)

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Illyra
    Forum Yöneticisi





    Joined: Jan 25, 2005
    Posts: 2113
    Location: Duskwood

    PostPosted: Tue Jul 15, 2008 5:20 pm Reply with quoteBack to top

    Yolculuk olması gerekenden daha uzundu. Çünkü kamp lideri böyle istemişti. Cipler kızgın güneşin altında ilerliyor, on beş kişilik kamp yavaşça yol alıyordu. Rüzgarın hissedilmediği anlarda, güneş ve nem insanın tenine tuhaf şeyler yapıyor, ama ciplerin gidiş hızı ile birazcık olsun rüzgarı hissedip rahatlayabiliyordu yolcular.

    Tekrar akşam çökerken bir başka vahada kuruluyordu kamp. Bu sefer Lucie kamptan ayrılmadı. Bunun yerine kendisini işine verecek, burada olma sebebi olan şeyle uğraştı. Kumların üzerine serdiği haritalar ve kitaplar arasında, kimse ile ilgilenmez, üzüntüsünü belli etmezken, Depek yanına gelmişti yine.

    "Bu gün daha iyi görünüyorsun."

    "Çalışmak iyi geliyor biraz."

    "şimdi neredeyiz?"

    Kız eli ile haritada bir yeri işaret etti.

    "İşte tam burada."

    "Kaç günlük yolculuğumuz kaldı?"

    "Yaklaşlık yedi. İki gün sonra nehri geçeceğiz."

    Depek yanına oturarak dikkatle haritaya eğildi.

    "Sonunda anladım! Bob'un sır gibi sakladığı yolculuğun uzama meselesini..."

    Lucie cevap vermek yerine hafifçe gülümsedi.

    "Giderken Karnak tapınağına uğrayacağız!"

    "Evet, en azından orasını görmemizi istedi. Her açıdan çok değerli bir yer."

    Depek başını yana yatırarak incelercesine kıza baktı.

    "Başlarda neden Bob'un senin bu yolculuğa katılmanda bu kadar sırar ettiğini anlayamamıştım. Sonuçta bir arkeoloji kazısına ya arkeologlar ya da onların stajyerleri katılır..."

    "Ben ise sanat tarihi son sınıfındaydım öyle değil mi?"

    "Evet, ama o kadar çok şey biliyorsun ki..."

    Lucie başını hafifçe önüne eğdi.

    "Araştırdım sadece..."

    Bu sırada kamptaki diğer arkologlardan birisinin sesi duyuldu. Bu Claire idi. Depek onun yanına gittiğinde, Lucie sarılmalarını görmemek için başını yana çevirdi. Rüzgar dün akşam söylediği şarkıyı tekrar kulaklarına taşımıştı. Bütün haritalarını ve defterlerini toplayarak çadırına gitti.

    Bu akşam kum tepelerinin arkasından alçalan yakut güneşi ve nefes kesici renkleri görmek için dışarı çıkmamıştı. İçini yakan çölün ateşi değildi, içini yakan ruhuna sarılmış tutkunun ateşi ve umutsuzluğun boğucu hissiydi...

    Sonra her şeyden vaz geçerek rahatsız yer yatağına attı kendini. Uyku dertlerine kısa da bir süre olsa çare olabilirdi...

    (devam edecek)

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Illyra
    Forum Yöneticisi





    Joined: Jan 25, 2005
    Posts: 2113
    Location: Duskwood

    PostPosted: Tue Jul 15, 2008 8:20 pm Reply with quoteBack to top

    Güneş tekrardan yükseliyordu. Ani doğuşu ve batışının alışılmadık etkileri rehber ve dört yardımcısı hariç kazı ekibini serseme çeviriyordu. Kızgın Top'un yükselişinden hemen sonra gelen o sıcaklık dalgası ise dayanılır gibi değildi. Grubun lideri Derek, insanların eski zamanlarda nasıl cesaret edipte bu çölleri aştıklarını, hatta çöllerde savaş yaptıklarını düşünyor ama çıkış noktaları olması gereken mantıkla pek örtüşmüyordu.

    En öndeki cipi kullanan Steven, aynadan arkadaki ciptekilere baktı. Kendisi Depek, Claire ve Liam, gurubun arkeologları olarak beraber yolculuk etmeye karar vermişlerdi. Bir gerideki cipte kamp lideri Derek, Ejiptoloji uzmanı Bob, sanat tarihçileri Lucie ve rehberleri Cabbar vardı.

    Çok zaman geçmeden Depek dün akşam öğrendiği süprizi açıkladı.

    "Yolculuğun uzama sebebini öğrendim. Çnce Karnak'a gidiyoruz."

    Bu yolcular arasında bariz bir heyecan yarattı. Tek heyecanlanmayan Liam oldu.

    "Neden? Karnak'ta ki hemen her şey açığa çıkartıldı. Orada fazla bulunacak bir şey yok. Açıkçası ben yapacağımız özel izinli kazı için daha fazla hevesliyim."

    "Krallar vadisinde sadece mezarlar var, Karnak ise bir sanat harikası sayılır Liam."

    "Ama hepsi bulunmuş. Ben ise o uğruna yola çıktığımız Hatishesput'un gizli mabedini daha çok merak ediyorum."

    Steven konuşmayı devraldı.

    "Hatishesput, klişeler hariç tamamen bir sır sayılır. Biliyorsunuz oğlu tahta geçtiğinde onunla ilgili her heykeli ve röleyfi tek tek kırdırmış."

    "Bence oğlu hırstan kafasını kırmış."

    Diye cevabı yapıştıran Claire'nin arkasından gülüştüler...

    Bir arka arabada, Derek gülmeye başladı.

    "Bizimkiler iyne iyi eğleniyorlar Bob."

    "Ne zaman ciddi oldular ki?"

    Bu sırada kendisi ile beraber cipin arkasına oturmuş Lucie'ye hiyeroglifleri öğretmek için kendi not defterini açmış, sıcağın altında ders veriyordu. Lucie arkaya baktığında üç stajyer arkolog ve rehberlerinin asistanları olan dört arap çocuğun gitgide geride kaldıklarını gördü.

    "Sanırım bir sorun var. Diğerleri bizi takip etmiyor."

    Böylece iki araç geriye döndü ve ne olduğunu anlamak için ciplerin yanına gittiler. Sorun ciplerden birisinin benzin deposunun delinmesiydi. Yapacakları başka bir şey olmadığından eşyaları diğer araçlara yerleştirdiler ve biraz sıkışmış bir şekilde yolculuğa devam etmeye başladılar.

    Akşam çökerken uzaktan görünen Nil Nehri içlerine yeni bir enerji vermişti. Bir kaç gün bile olsa, sadece kumların olduğu bir yerde yolculuk etmek içlerinde ruhaf bir boşluk duygusu uyandırmıştı. Ne de olsa çöl bir kaç zehirli havyan dışında tamamen boş sayılırdı.

    Tekrar yeni bir kamp... Bu sefer Lucie kum tepelerinin birisinin üzerinden Nil'i seyrediyordu. Kulaklarında tuhaf bir çınlama vardı. Bunun çölün sessizliğinden olabileceğini düşündü. Ama bu o kadar tuhaf bir şeydi ki... Sanki biraz düşünse, biraz çabalasa bu çınlamayı anlayacak gibiydi...

    Güneş battığında ve ince bir ay düz siyah gökyüzünde belirdiğinde üşüyerek kampa geri döndü. Hemen battaniyesini üzerine örttü ve arapların yemek pişirmek için yaktığı ateşin kenarına sokuldu. Bu sırada Steven tam yanına oturmuştu.

    Bir süre sessizce ateşi seyrettiler. Alevler Lucie’nin gözlerinde dans ediyor ve içindeki alevler ruhunu yakıyordu. Sonunda Steven konuştu.

    “Yolculuktan hoşlanıyormusun?”

    “Pek sayılmaz.”

    “Neden?”

    “Çöl yüzünden. Beni tedirgin ediyor.”

    Steven omuzlarını silkeledi.

    “Bitmesine az kaldı.”

    “Çyle.”

    Lucie hiçbir şey söylemeden uyumak için gitti…

    Ama bu gece uyku dertleri için çare değildi…

    Rüyası onu rahat bırakmıyordu. Hatta gün batımında kulağında hissettiği çınlama rüyada daha baskındı. Tıpkı bir melodi gibi değişip duruyordu. Ayrıca kendisini kovalayan bir şey vardı. Sürekli kaçıyordu. Ama nereye gittiğini bilmiyordu. Uçsuz bucaksız çölün içinde yön duygusunu kaybetmiş bir şekilde sadece yaşamak için koşuyordu.

    Bir diğer yandan kendisini çağıran bir şey olduğunu hissediyor ama bir türlü ona ulaşamıyordu. Benliği ikiye bölünmüş gibiydi. Sonunda uyandığında güneş henüz doğmamıştı. Çadırından dışarıya çıktığında henüz ateşin sönmediğini ve hiç kimsenin uyanmadığını fark etti.

    Çok geçmeden Kamp Lideri Derek çadırından çıktı.

    “Bu sabah erkencisin.”

    “Evet, uyku tutmadı.

    “Sen hastamısın?”

    “Bütün gece kabus gördüm. Onun etkisi olmalı.”

    Derek bilmiş bir şekilde kafasını salladı.

    “Böyle bir ortamda normaldir bunlar. Neyse bu gün Karnak’a varıyoruz, sonunda medeniyet yüzü görebileceğiz. Düzgün bir yatakta uyumak eminim sana iyi gelecektir Lucie.”

    “Umarım.”

    Ama Lucie iyi gelmeyeceğinin farkındaydı, bunun normal olmadığınında. şimdi çınlama başında daha şiddetli dansını devam ettiriyordu. Başını salladığında saçlarını iki yana savruldu ve ışığın kırılması ile olanaksız bir şekilde, altın rengine büründü…

    (devam edecek)

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Illyra
    Forum Yöneticisi





    Joined: Jan 25, 2005
    Posts: 2113
    Location: Duskwood

    PostPosted: Wed Jul 16, 2008 8:14 pm Reply with quoteBack to top

    Ayakları Karnak kompleksinin karışık taş döşemelerine değdiğinde hepsinin içini bir huşu kaplamıştı. Nesiller önce mısırlıların buraya yaptığı, inşası iki bin sene süren ve her firavunun devralıp yeni bir bölüm eklediği kompleks gerçekten muhteşemdi. Tam Nil nehrinin kıyısında, Karnak köyünün içinde...

    Lucie Karnak'ta biraz huzur bulduğunu hissetti. Gökyüzünün sonsuzluğuna uzanan büyük taş sütunlar ve serin koridorlari ruhunda bir yerlere dokunmuş kendisini neredeyse evindeymiş gibi hissetmesini sağlamıştı. Neredeyse Depek'i bile unutmuş, büyük Hipostil salonundaki devasa sutülardan birisine yaslanmış ve gözlerini kapatmıştı.

    Ama gözlerini açtığında Depek tam karşısındaydı.

    "Sanırım artık iyisin."

    "Tabii ki."

    "Buna sevindim."

    "Peki, sen beğendin mi?"

    "Hayran oldum."

    Depek kısa bir süre düşünüp ekledi.

    "Çzel izinlerimizi gösterip girebileceğimiz Amun'a adanmış bir sunak odası var. Görmek ister misin?"

    "Tabii ki."

    Böylece Hispotil salonundan çıkarak tapınağın ziyarete kapalı bölümlerine doğru ilerlemeye başladılar. Burasının güvenliği özel kazı izni belgelerine bakınca geçmelerine izin verdi ve pek az kişinin gördüğü bölümlere doğru ilerlemeye başladılar. Yeni bir şeyleri keşfedecek olmanın heyecanı ikisinin de benliğini sarmıştı. Az sonra Amun'a adanmış sunak odasına giden yapının serin ve loş koridoruna girmişlerdi.

    Kısa bir süre sonra odaya vardılar. Bütün kumtaşı duvarlar Amun'u öven ve yaptıklarından kesitler sunan kabartmalar ile kaplıydı. Çoğu yerde solup gitmek üzere, örümcek ağları gibi hiyeroglifler vardı. Amun için adanmış sunak, şimdi parçaları dökülmüş olan altınla kaplıydı. Amun'un frontal heykeli ise tam sunağın arkasındaydı. Burada ışık yoktu, yılların kapalı havası ile biraz pis toprak kokuyordu ve çok fazla serindi. Lucie büyülenmişçesine heykeli seyrederken omzunda Depek’in elini hissetti. Konuştuğunda sesi normal olandan bir şekilde farklıydı.

    “Beğendin mi?”

    “Evet.”

    Bir süre sessizce sunağı ve heykeli seyrettiler. Ardından tuhaf bir boşluk hissi ile koridordan çıkarak ziyaret alanına geri döndüler. Hispotil’e geri dönerken Lucie aniden durdu ve iki elini de kulaklarına götürdü. Depek endişeyle sordu.

    “Bir sorun mu var?”

    “Emin değilim. Kulaklarımda sürekli bir çınlama var.”

    “Sanırım çöl sana gerçekten dokundu. Senin iyi bir uykuya ihtiyacın var.”

    “Sanırım.”

    “İlerleyebilecek misin?”

    “Evet, evet.”

    Lucie kendisini toplayarak devam etmeye başladı. Sunak odasından çıktıktan sonra çınlama daha belirgin bir hal almıştı ve sanki buna git gide başka sesler ekleniyordu.

    Depek önden ilerlerken Lucie tam yerde parıldayan bir şey gördü. Eğilip aldığında bunun büyük sütunlardan birisinin üzerinden düşmüş mavi boyalı taş bir Ankh olduğunu fark etti.

    “Depek.”

    Çocuk hızla arkasına döndü, tekrardan Lucie’ye bir şey olduğunu zannetmişti.

    “Ne oldu.”

    “Bak ne buldum.”

    “Taş mı?”

    “Bence sütunlardan düştü.”

    Depek çevresine bakındı, hiç kimse yoktu. Sonra gülümsedi. Lucie’nin içini alt üst ederek.

    “Bence onu sakla. Senin şansına denk geldi.”

    Lucie aynı gülümsemeyle ona karşılık verdi ve Ankh’ı çantasına koydu.

    Herkes Karnak çıkışında buluştuğunda kendi keşif deneyimlerini diğerleriyle paylaşmaya başlamıştı. Gece çöktüğünde ise yakınlardaki rahat otellerden birisine yerleşmiş, akşam yemeği yiyorlardı. Sadece kumlardan sonra medeniyet hepsine iyi gelmişti. Uyumaya çekildiklerinde hepsi çok rahattı.

    Ama Luice yine aynı kabusu görmüştü hem de daha belirgin bir şekilde. Bu sefer onu kovalayan varlığın kötülük hissini duyumsayabiliyor, çağıranın ise kendisini korumak için ne kadar uğraştığını anlayabiliyordu. Yine arada felç olmuş bir şekilde kalmıştı.

    Uyandığında üşüyordu. Çünkü odasının camı açılmıştı ve gece rüzgarı perdelerini savuruyordu. Sıkıntı ile camı kapattı. Ve o gece bir daha uyuyamadı.

    Aklını kurcalayan Depek’in gülüşünün mükemmeliyeti ve bakışlarının anlamları ile ilgili şeyler ve kulaklarındaki git gide artan tuhaf çınlama bütün zihnini dolduruyordu…

    (devam edecek)

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Illyra
    Forum Yöneticisi





    Joined: Jan 25, 2005
    Posts: 2113
    Location: Duskwood

    PostPosted: Thu Jul 17, 2008 7:53 pm Reply with quoteBack to top

    Nil nehrinin derin mavisi üzerinde, bir teknedeydi kazı ekibi. Karnak ve ardından serin nehir daha da iyi hissetirmişti. Ama Lucie, dün o sunak odasına girdiğinden beri içinden bir şeylerin eksildiğini hissediyordu. Sanki içinden bir parçayı orada bırakmıştı. şaşkınlıkla fark etti ki hep o odada kalmak istiyordu. Sonra Depek'in de aynı hissedip hissetmediğini merak etti ve onu bulmak için teknenin içinde gezinmeye başladı.

    Depek, geminin arkasındaydı. Nehrin derinliklerine bakıyordu. Lucie gelip yanına yaslandığında, onun nehiri takip eden bakışlarındaki değişikliği fark etti. Her zaman yaşam dolu ve neşeli olan gözleri endişe ile buğulanmış, düşünmekten alnı kırışmıtşı.

    "Depek bir şey sormak istiyorum."

    Başını çevirip Luice'ye gülümsedi.

    "Tabii ki..."

    "Bu çok tuhaf bir şey... Dün... Amun'un sunak odasından çıktıktan sonra içimde bir şeylerin eksildiğin hissettim. Sanki içimden bir parça orada kaldı. O andan beri kendimi öyle boş hissediyorum ki... Hep orada olmak istiyorum. Sen de öyle hissediyormusun?"

    Depek kızın tam gözlerine baktığında, günlerce Lucie'nin gözlerinde görülen acı ifadesi kendi bakışlarındaydı. Sonra bakışını kaçırdı.

    "Hayır Lucie. Tam terisini hissediyorum. Sanki üzerime bir ağırlık yüklendi. O kadar ağır ki, adım attığımda yerdeki taşların kırılacağından korkuyorum. Ve bir daha ne kadar güzel olsa da Amun'un sunak odasını görmek istemiyorum."

    Lucie onaylarcasına başını salladı. Sonra konuyu değiştirdi.

    "Nil nehri çok güzel değil mi?"

    "Kesinlikle. Nil bir armağan."

    "Mısır Nil'in bir armağanıdır."

    "Lucie?"

    "Evet?"

    "Kazı bittikten sonra ve yapmayı düşünüyorsun?"

    "Dönüp mevzun olmayı..."

    "Peki sonra?"

    "Çalışacağım. Okulda kalmak için..."

    "Bir daha bir kazıya çıkmayacakmısın?"

    "Zannetmiyorum."

    "Anladım."

    Yolculuğın kalanı olaysız geçti. Cipler karaya çıktığında ve kumlardaki gizemli yolculuk yeniden başladığında, hepsinin içine aynı sıkıntı çökmüştü. Çöl gerçekten insanları yoruyordu.

    Gece olduğunda sıkıntıyla yataklarında döndüler.

    Lucie'nin kabusları ise daha belirgindi. Kendisini kovalayan ve çağıranı biraz daha uğraşsa bulabilecek gibiydi. Ve kabusun tam orta yerinde asılı duran Depek'in yüzü....

    (devam edecek)

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Illyra
    Forum Yöneticisi





    Joined: Jan 25, 2005
    Posts: 2113
    Location: Duskwood

    PostPosted: Sun Jul 20, 2008 10:46 pm Reply with quoteBack to top

    Biraz rahatlık ve medeniyetin arkasından çölde yolculuk yapmak kazı ekibinin midesini bulandırmıştı. Aynı zamanda Lucie, Depek'in de kendisi gibi iyi uyumadığını yüzüne baktığı anda anlamıştı... Sıkışık düzen yüzünden Bob derslerine ara vererek onu stajyerlerden birisi olan Eric'le konvoyun en önğne göndermişti. Düzen hiçte rahat değildi ama ellerinden gelen başka bir şey yoktu...

    Lucie her şeyi garipsiyordu. Kulağındaki çınlama artık felaket bir hal almıştı ve artık dikkatini toplamakta zorlanıyordu. Gözleri yarı kapalı, Eric ve Liam arasına sıkışmış bir halde, nefes almaktan başka hiç bir şey yapamıyordu.

    Çğleni biraz geçmişti ki biraz dinlenmek ve soluklanmak için durdular. Rehberleri Cabbar'ın yardımcılarının kurduğu gölgelik sadece sıcaktan biraz korunmalarını sağlıyordu. Sonunda devam etmek için toplanırken Lucie kendisi bile farkına varmadan adımları onu yüzünü yıkayan Depek'in yanına götürdü. Neşeli çocuk her zamankinin aksine asık yüzlü ve yorgundu. Kızın yanıbna geldiğini fark ettiğinde başını kaldırdı.

    "Senmiydin? Nasılsın?"

    "Yorgun. Sanırım sen de dün gece uyuyamadın."

    "Hayır beş dakika bile gözümü kırpamadım..."

    "Çok üzücü..."

    Depek elini kızın omuzuna koyduç Bakışları çok uzaktaydı.

    "Sanırım yolculuk stresi yüzünden. Hepsi yakında bitecek."

    "Umarım."

    Güneş batmaya yaklaştığında yeniden kampları kuruluyordu. Aniden soğuk çöktüğünde sıcaktan kurtulduklarına sevinemediler bile.

    Gece Lucie için yeniden kabus doluydu. şidetti giderek artıyordu... Sesler... Hisler...

    Uyandığında henüz gecenin sona ermesine çok vardı. Uyuyamacağını anladığında yemek ve aydınlatma amacı ile yakılmış ateşi başına oturdu... Sabaha kadar da üzgün gözlerini o ateşten çekmedi...

    (devam edecek)

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Illyra
    Forum Yöneticisi





    Joined: Jan 25, 2005
    Posts: 2113
    Location: Duskwood

    PostPosted: Mon Jul 21, 2008 11:40 pm Reply with quoteBack to top

    Sabah olduğunda, Lucie'yi ateşin başında kıpırtısız gören Bob kız için iyice endişelenmeye başlamıştı. Anlaşıldığı kadar pek kendisinde değildi. Yarı kapalı gözlerinin bütün ışığı sönmüş, dudakları çatlamıştı. Yine de iyi olduğunu söylüyordu.

    Bu sefer Depek ile Liam arasına sıkışmıştı yine. O kötü halinin içinde bile Depek'in kolunun kendisine değdiğini hissediyor ve bu durumda gülse mi ağlasa mı bilemiyordu. Tek istediği güneş hala gökyüzündeyken, kâbusların korkusu olmadan rüyalar âleminde yolculuk edebilmekti. Yine de bu mümkün olmadı…

    Bu gün diğerlerinden daha erken mola verdiler. Çünkü çöl ortasındaki eski küçük bir kaleyi sıcaktan sığınak olarak kullanabileceklerdi. Çstelik kalenin kuyuları ve biraz piste olsa suyu vardı. Küçük dinlenme kampı kurulurken küçük gruplar halinde harabe kaleyi geziyorlardı. Lucie, bodrum katlara bakacak olan Liam'ın peşine takıldı. Eski ve nemli bodrum katlarda tozdan başka görülecek pek bir şey yoktu. Yukarı çıkarken bir takım bağrışmalar duydular. Ama nereden geldiği belli olmayan bir uğultu yüzünden insanların sesleri bulanıyordu. Tam merdivenin yarısına gelmişlerdi ki, tepede duran Depek’in sesi duyuldu.

    “Fırtına!”

    Duydukları gibi bunun bir kum fırtınası olduğunu anladılar. Liam peşindeki kızı unutmuş bir şekilde kendisini merdivenlerden yukarıya fırlattı. Lucie olduğu yerde donup kalmıştı. Depek’in kendisini çağırdığını duyuyor ama yine de olduğu yerden bir adım atamıyordu, sanki bütün vücudu taş kesilmişti.

    Depek hızla merdivenleri inip yanına geldi ve onu kolundan çekerek yukarı çıkmaya başladı. Ama merdivenin girişi fırtınanın etkisi ile yıkıldı, ikisi de karanlıkta kalarak aşağı doğru savruldular. Düşüş pek sert olmamıştı. Artık kıpırdayabilen Lucie karanlıkta el yordamı ile Depek’in elini buldu. Depek ise söyleniyordu.

    “şansa bak. Lanet olası şansa bak!”

    Lucie bir süre hiçbir şey söylemedi. Sonra karanlığın içinde hıçkırık sesleri duyuldu.

    “Burada öleceğiz. Burada sıkıştık ve öleceğiz!”

    Ama Depek hiç beklemediği bir şekilde ona sıkıca sarılmıştı.

    “Sakin ol. Belki de burada daha güvendeyiz. Fırtına bittiğinde kapıyı açabilirler.”

    “Hayır, biliyorum öleceğiz…”

    Belki saatlerce o karanlıkta birbirlerine sarılarak kalmışlardı, belki de günlerce. Lucie Depek’in kokusunun üzerine sindiğini hissediyor, korkudan çok üzüntüden ağlıyordu. Depek ise onu teselli edip sakinleştirmek için elinden geleni yapıyordu.

    Sonunda merdivenlerin başından bir ses duyuldu. Hızla ele ele çıktılar yıkarı. Bob ve Derek, Cabbar ile taşları kaldırıyordu. Günışığı merdivenlerden aşağı süzülürken hala parmakları birbirine kenetlenmiş şekilde dışarıya çıktılar. Ani bir hareketle Claire üstlerine koştu ve bariz bir öfke ile ellerini ayırarak erkek arkadaşına sarıldı.

    Olanlar bitenler anlatıldıktan sonra fırtınanın iki saat sürdüğünü öğrendiler. Sonra Nil’e doğru devam etmişti. Diğerleri harabenin duvarlarına saklanmışlardı.

    Fırtınanın heyecanı ve korkusundan dolayı geceyi harabe duvarlarının içinde geçirmeye karar verdiler. Ama Lucie biliyordu ki, Depek’te bu gece kendisi gibi uyuyamıyordu…

    (devam edecek)

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Illyra
    Forum Yöneticisi





    Joined: Jan 25, 2005
    Posts: 2113
    Location: Duskwood

    PostPosted: Thu Jul 24, 2008 10:58 pm Reply with quoteBack to top

    Yolculuğun son günü herkesin sabrı sonuna gelmişti. Güneş battığında bile yolculuğa devam ettiler. Çünkü az bir yolları kalmıştı. Çöl karanlığa boyandığında ve yıldızlar ayın yanına serpildiğinde sonunda krallar vadisine varmışlardı. Hiç değilse buradaki konaklamaları turistik bir otelde olmuştu ve hepsi rahat uyumuştu.

    Tabii ki Lucie hariç. Aynı kabusu görüyordu. Ama tek farkla. Artık çınlamanın seslerini duyabiliyordu. Kendisini kovalayan şeyin söylediklerini işitebiliyordu. Bu bir erkek sesi gibiydi. Ama sanki çağların yankısını taşıyordu.

    "Gel buraya! Sana yaptıklarını ödeteceğim. Kendi elinde ayağıma kadar gelmişken seni ASLA bırakmam. Kaçmanın faydası yok."

    Diğer taraftan kendisini çağıran sesi de duyabiliyordu. Bu yumuşak bir erkek sesiydi ve Lucie'nin içine işliyordu.

    "Yaptığın doğruydu. Ondan kokrma. Bana gel. Ben seni korurum..."

    Artık kabuslardan bunalmış zihni uyumayı red ettiğinde zaten güneş doğmuştu. Dışarıda herkesin hazırlandığını duyabiliyordu.

    Hatishesput'un gizli mabedinin olduğu bölüme gitmeleri pek uzun sürmemişti. Kazı için çevreleri kapatılmış, malzemeler çıkartılmış ve her şey hazırlanmıştı. Lucie, Bob'un yanında dikiliyor, onunla birlikte gizli madebe giden koridorun duvarlarındaki resimler ve hiyeroglifler hakkında konuşuyordu.

    Sonunda madebe geldiklerinde gün ışığı kadar parlak elektronik ışıklarla her yeri aydınlattılar. Odanın hissi tıpkı Amun'un sunağı gibiydi. Aynı şekilde toprak kokuyordu. Lucie kimse kendisine bir şey söylemeden duvarları incelerken Hatishesput'un bu mabedinin Horus'a adanmış olduğunu anladı. Aslında bunu tuhaf bulmaması gerektiğini biliyordu ama yine de garipsiyordu. Neden Horus?

    İncelemler neredeyse ürkekçeydi, zamanın dokunamadığı odadaki eşyalara hepsi dokunmaktan çekiniyordu.

    Sonunda gün bitip gece olduğunda kazı alanının içinde kurdukları çadırlara yerleştiler.

    Lucie diğer gecelerin aksine bu akşam çok sakindi. Kulaklarındaki çınlama sonra ermişti. Uzun zamandır - Depek'e tutulduğundan beri- hissetmediği huzuru hissediyordu. Uyku vaktinden önce Depek'e göz attığında onun da huzurlu olduğunu görerek rahatladı. Yolculuk bittiğine göre kabuslar da sona ermiş olmalıydı. Gerçekten o gece hiç kabus yoktu...

    (devam edecek)

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Illyra
    Forum Yöneticisi





    Joined: Jan 25, 2005
    Posts: 2113
    Location: Duskwood

    PostPosted: Tue Aug 19, 2008 9:11 pm Reply with quoteBack to top

    Ertesi sabah çadırında uyandığında yalnız başına değildi. Yanında ona sarılıp uyumuş birisi vardı… Arkasına döndüğünde hala uyuyan Depek’i gördü. şaşkınlıkla onu salladı. Bu çok kötü bir şeydi… Claire görse ne derdi?

    Depek uyanmak istemiyormuş gibi biraz homurdandı ama sonra gözlerini açtı. Gülümseyerek Lucie’ye baktı, elini uzatarak yüzüne düşmüş saçını ittirdi.

    “Günaydın hayatım.”

    Lucie şok olmuş bir şekilde donup kalmıştı. Depek gülüyordu.

    “Hey bu suratta ne böyle? Gülümse biraz, bu gün kazının ikinci günü.”

    “Ama Claire…”

    “Claire’de kim?”

    Depek kaşlarını çatmış kendisine bakıyordu.

    “Claire işte arkeolog… Senin kız arkadaşın.”

    Depek gülmeye başladı yeniden.

    “şaşkın ördek, benim kız arkadaşım sensin. Hayatım boyunca Claire diye birisini tanımadım.”

    Lucie cevap veremeden onu yanağından öperek çadırdan dışarı çıktı. Lucie kendisini çıldıracak gibi hissediyordu. şaşkınlık, olması gereken mutluluğu alıp götürmüştü. Nasıl böyle bir şey mümkün olabilirdi ki?

    Dağınık saçları ve üstü başıyla çadırdan çıktı. Derek ve Bob iştahla kahvaltı ediyordu. Gidip onların yanına oturdu. Bob onu gördüğüne sevinmiş gibiydi.

    “Günaydın. Bu gün daha iyisin ya?”

    “Emin değilim.”

    “Bir sorun mu var?”

    “Claire’e ne oldu?”

    Derek ve Bob aynı anda kaşlarını çatarak cevap verdi.

    “Claire’de kim?”

    “Bizimle kazıya gelen arkeolog kız.”

    “Hayır, bizimle öyle bir arkeolog gelmedi. Lucie sanırım güneşten dolayı iyi değilsin. Yapabildiğin kadar kazı odasında kal en iyisi.”

    Endişeli Bob ona bu tavsiyeyi verdikten sonra eline biraz yemek sıkıştırarak kazı odasına gönderdi. Yapay ışıkları açtı Lucie, ardından sırtını duvarlardan birisine yaslayarak yere oturdu. Bu gün olanlar kendisine mümkün gelmiyordu. Ama o biliyordu, Claire diye birisi vardı ve Depek’in kız arkadaşıydı o. Biliyordu, buraya gelmeden önce bile Depek’i tanıdığı zamanlardan biliyordu. Kendisi onunla sadece arkadaştı, her zaman hislerini belli etmekten korkarak konuştuğu birisi. Ama bu sabah Depek onun kız arkadaşının kendisi olduğunu söylemişti. Başını iki yana salladı. Ne kadar düşünürse düşünsün bu olayın içinden çıkamıyordu.

    Sessizce ayağa kalktı, aydınlatmanın eşliğinde duvarlardaki hiyeroglifleri incelemeye başladı. Eğer biraz daha uğraşırsa okunabilecek gibiydi… Çok geçmeden odaya giren bir başkasının ayak sesleri duyuldu. Az sonra Depek yanına gelmişti. Ona sarılarak yanaklarından öptü.

    “Bunlar senin için çok yorucu olmalı.”

    “Biraz. Biraz da delirmiş gibi hissediyorum.”

    “O neden.”

    “Hiçbir şey…”

    “Hiyeroglifleri çözebildin mi?”

    “Bob dururken bana mı kalır.”

    “Bari gidip diğerlerini yerinden rahatsız edeyim.”

    Bu sırada Lucie iyice konsantre oluyordu. Her şekil sanki anlamını içeriyordu. Ve yavaşça bu şekillerin kendisine anlamlı gelmesine şahit oldu. Evet, anlayabiliyordu… Anı ile başlayan bir cümleyi yakalamıştı… Bu nefes kesici olağan üstü anı kaçırmadan kelimenin gerisini okudu.

    “Anı diğer belleklerden silindiğinde ve ruh bunun farkına vardığında bilsin ki Kralların Lanetine uğramıştır. Büyük bir ceza gerektirir bunun gerektirdiğini ödemek… Çdemek için…”

    Ama gerisini okuyamadan diğerleri içeriye gelmişti ve bir daha baktığında o hiyeroglifleri yerinde göremedi. şaşkınlıkla gözlerini dikip bakmaya devam etti ama artık hiyeroglifler çok anlamsız geliyordu.

    Gece olduğunda artık Claire’nin yanlarında olmadığı gerçeğini kabullenmişti. Peki ya okudukları? Neden her şey bu kadar saçma geliyordu? Mısır’dan kilometrelerce uzakta yaşayan birisinin durup dururken kralların lanetine uğramasının sebebi ne olabilirdi?

    Huzursuzlukla Bob’un yanına gitti.

    “Krallar laneti nedir?”

    “Çok eski bir şeydir. Gizler Kitabında bundan bahsedildiğini duymuştum ama günümüze kadar gelen bir Gizler Kitabı maalesef ki yok. Yine de bildiğim kadarından bahsedebilirim. Krallar bazen ellerine hakları olmayan bazı şeyleri geçirirlermiş. Bir obje veya bir insan olabilirmiş bu. Horus ise bunu hoş görmezmiş. Ama Seth firavunun tarafını tutarmış. Horus seçtiği bir savaşçı gönderir ve bu hak etmediği şeyi ondan alırmış. Ama buna karşılık Seth seçilen savaşçıyı zihinen lanetlermiş. Eğer savaşçı Horus’un korumasına varamazsa laneti ömürleri boyunca devam edermiş.

    Horus’un korumasına yetişemediği zamanlarda ise Seth’e cezasını ödemek zorunda kalırmış. Bunun içinse kanını akıtırmış. İşte Krallar Laneti budur.”

    Lucie bakışlarını Depek’e kilitlemiş Bob’un anlattıklarını düşünüyordu. Kendisini günlerce çağıran iki ses… Ama bu imkansızdı… Nasıl olabilirdi ki?

    O gece boyunca gözlerini kırpamadı. Yanında uyuyan Depek’in sakin yüzünü seyretti huzurla. Sabah olduğunda sanki ne yapması gerektiğini biliyordu. Cabbar’ın belinden sessizce bıçağını alarak Horus’un odasına gitti. Işıkları yakmamıştı. Sunağın üzerine oturdu…

    Ve bıçağı hızla kalbine sapladı…

    (son bölümü ile devam edecek)

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Illyra
    Forum Yöneticisi





    Joined: Jan 25, 2005
    Posts: 2113
    Location: Duskwood

    PostPosted: Sat Sep 13, 2008 7:11 pm Reply with quoteBack to top

    Yeniden gözlerini açtığını hissediyordu. Ama ağrısı yoktu. Sızısı yoktu. Çevresi karanlıktı ve bir su sesi duyuyordu. Olduğu yerden doğruldu. Çstü tenteli bir kayığın içindeydi. Çnüne baktığında iri yarı kürek çeken birisini gördü. Kürekçi ona döndüğünde korkudan iki adım geriye gitti, neredeyse kayığın dengesini bozuyordu. Bu hep kitaplarda, tasvirlerde görmüş olduğu Mısır tanrısı Toth’tu. Uzun gagası ile uğursuz bir şekilde Lucie’ye bakıyordu. Lucie kendisini tutan iki insan eli hissetti. Arkasına dönüp baktığında müthiş şahin suratı ile Horus’u gördü. Horus ona fısıldadığında bu sesin, rüyasında duyduğu, onu koruyacağını vadeden ses ile aynı olduğunu anladı.

    “Sakin ol Lucie. Yargılanmaya gideceksin.”

    Sanki taş kesilmişti. Nefes almadığını hissetti. Ama tüm belleği silinmiş gibiydi. Horus sıkıca bileklerini kavramıştı.

    Kayık bir süre sonra Karnak’taki havuza benzer bir yere geldi. Horus ve Toth ile birlikte kayıktan çıkarak devasa iki altın kapıdan içeri girdi. Lucie o sırada arkasından kendisini takip eden bir şey gördü. Gölgesi gibiydi, ama sanki ayaklanmış ve kendisini takip ediyordu…

    İçerisi çok büyüktü. Tavan o kadar yüksekti ki nerede bittiği gözükmüyordu. Oda daire biçimindeydi. Çevrede çift sıralı oturma yerleri vardı. Ve bu taş sıralara oturmuş tam kırk iki adet mısırlı Lucie’yi izliyordu. Daire şeklindeki odanın ortasında üç basamakla çıkılan kocaman bir platform vardı. Platformun üzerinde ise bir tartı.

    Tartının yanında, kanatlı bir kadın bekliyordu. Lucie tüm hafızası yok olmuş olmasına rağmen bu kadının Maat olduğunu anlamıştı. Horus ve Toth onu kadının yanına götürdüler. Kadın bir süre kendisini inceledi, sonra salona dönerek kırk iki mısırlıya konuştu.


    “Eski yaşamı ile Touth ve yeni yaşamı ile Lucie olan kişinin ruhu yargılanmak üzere buraya gelmiştir. Touth’ken, Horus’un seçilmiş savaşçısıydı ve firavundan “Güç Asasını” almak üzere yollanmıştı. Görevini başarıyla tamamlamış olmasına rağmen Horus’un himayesine yetişemedi, böylece Seth’in laneti ile delirerek kendisini öldürdü. Bu yüzden kendisine ikinci bir yaşam hakkı tanındı. İkinci yaşamından Lucie isimli bir kadındı. Hala Seth’in lanetini üzerinde taşıyordu. Kendisi için özel bir insan olan Depek’in Claire isimli birisini sevdiğini zannediyordu, ama aslında Claire sadece kendi aklında var olmuş birisiydi. Vadiye geldikten bir gün sonra, Horus’un himayesine varmış olduğundan lanet üzerinden kalktı. Ama Touth laneti ve içeriğini öğrenmişti. Ve bunu Seth’e ödemek için kendi kanını akıttı.”

    Kırk iki mısırlı gözünü kırpmadan Lucie (ve ya Touth’a) bakıyordu. Maat yeniden devam etti.

    “şimdi ise ne olacağına karar vermek için ölünün kalbini tartacağız.”

    Yavaşça elini Lucie’nin alnına koydu. şimdiye kadar hatırlamadığı şeyler su yüzüne çıkmıştı. Bir asker olduğu günler… Karısı… Horus’un kendisini seçmesi… Güç Asasını alışı… Delirmesi… Ve kendisini öldürmesi… Sonra yeniden doğuşu… Büyümesi… Depek ile tanışması… Krallar Vadisine yaptıkları yolculuk… Aniden Claire’nin ortadan kaybolması… Ve sonunda… Kalbine sapladığı soğuk bıçak…

    Artık hepsini biliyordu… Ağlamak istemesine rağmen ağlayamıyordu…

    Bu sırada Maat büyük kanatlarından bir tüy kopartarak terazinin bir kefesine koydu. Ardından Lucie’ye teraziyi işaret etti. Ne yapacağını bilemiyordu… Ama gölgesi (Ka’sı) aniden önüne geçerek ona avuçlarını uzattı. Ka’nın ellerinde, ortadan ikiye ayrılmış bir kalp duruyordu… Ne yapacağını anlayarak kalbini aldı ve terazinin diğer kefesine koydu.

    Kırk iki mısırlı, Maat, Toth ve Horus gözünü kırpmadan tartıya bakıyordu. Ama henüz tartı kıpırdamamıştı. Maat’ın sesi yeniden salonda çınladı.

    “İkinici yaşamında yaptığın iyilikleri ve kötülükleri anlat bize.”

    Lucie anlatmaya başladı.

    “Kimseyi öldürmedim, hırsızlık yapmadım. İnsanları dolandırmadım, Nefsime sahip oldum…”

    Lucie anlattıkça tüy tartıda ağır basıyor, kalp git gide havaya çıkıyordu.

    Sonunda tüy olan kefe en dibe kadar inmişti…

    Maat, Horus ve Toth birbirlerine baktılar. Bir konuda anlaşmış gibiydiler… Maat yeniden salona döndü.

    “Birinci yaşamında Touth’ken ölü aynı yargılamadan geçmiş ve aynı karar alınmıştı. Touth iyi birisiydi ve tüy, vicdanından daha ağır gelmişti. Böylece kendisine ikinci bir yaşam hakkı tanınmıştı. Çlü ikinci yaşamında Lucie iken, benzeri iyi kalpli bir yaşam gerçidi. Eğer bir itirazınız yoksa ölünün ruhu yaşaması için yeniden dünyaya gönderilecek.”

    Kırk iki mısırlı bir onay manasında asalarını aynı anda birer kere yere vurdular.

    “O zaman ölü günahsız bulunmuş ve yeniden yaşaması için dünyaya gönderilmesi birlik ile karar verilmiştir… Yargılama sona ermiştir…”

    Lucie bir anda rahatladığını hissetti. Ama yeniden anıları yok olmuştu…

    ~SON~

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Display posts from previous:      
    Post new topicReply to topic


     Jump to:   



    View next topic
    View previous topic
    You cannot post new topics in this forum
    You cannot reply to topics in this forum
    You cannot edit your posts in this forum
    You cannot delete your posts in this forum
    You cannot vote in polls in this forum


    Powered by phpBB © 2001 phpBB Group

    :: HalloweenV2 phpBB Theme Exclusive ::
     
    FRPWorld.Com ülkemizdeki fantezi edebiyatı ve frp sevenleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir web sitesidir. 2003 yılında kurulmuş olan sitemiz kullanıcı ve yöneticilerimizin katkıları ile büyüyüp Türkiyenin en büyük frp sitelerinden birisi olmuştur. Galerisi, indirilecekler kısmı, akademisi, yazarları ile sitemiz tam bir frp hazinesidir. FRPWorld sizin de desteklerinizle böyle olmaya devam edecektir. FRP'nin doyumsuzca yaşandığı bu diyara hoş geldiniz.

    FRPWorld, yeni bir frp dünyası


    Sitede bulunan yazı, doküman ve diğer içerikler siteye ait olup başkaları tarafından kopyalanması, dağıtılması ya da ticari amaçla kullanılması yasaktır.
    Siteye yapmış olduğunuz katkılar frpworld.com'un olup bunları yayınlama ya da yayınlamama hakkı site yöneticilerine aittir.


    Sayfa Üretimi: 0.61 Saniye